2025
İyi Aile Yoktur okurla buluşalı 6,5 yıl oldu. Bu 6,5 yıl içinde İyi Aile Yoktur Türkiye’deki birçok şeyi değiştirdi, birçok kişi kaynağın İyi Aile Yoktur olduğunun farkında olmasa da yeni söylemlerin yaygınlaşmasına, hatta yerleşmesine vesile oldu. Bu süreçte eşimle binlerce mektup aldık, ilk yıllarda gelen mektup, e-posta ve mesajların hepsini cevapladık. (Maalesef artık sağlığım ve vaktim, bir zamanlar her gün ciddi mesai harcadığım bu iş için yeterli değil.)
Kısaca söylemek istediğim şey, kitabımın birçok kişinin iyileşmesine, ebeveynlikte rahatlamasına, kendi anne-babalarıyla yeni ve iyi bir iletişim zemini yaratabilmesine katkıda bulunduğu. İyi Aile Yoktur çok kişiye mutluluk getirirken bunun bedelini kendi kişisel mutluluğumla ödedim ve ödüyorum. Kendimi sık sık “Keşke İyi Aile Yoktur’u hiç yayınlamasaydım.” derken buluyorum, kitaplarımın hepsini piyasadan çekmeyi arzu ettiğim günlerin sayısı az değil. Buna rağmen İyi Aile Yoktur’u yeniden yayınlıyorum ve yayınlayacağım, çünkü kitabın toplumsal değişimimiz için ne kadar önemli bir yeri olduğunu ve uzun yıllar boyunca da olmaya devam edeceğini biliyorum. Görmeye bile uzun zamandır katlanamadığım bu kitabı yeniden yayınlamak benim için tahmin edemeyeceğiniz kadar zor oldu. Şu an okuduğunuz bu yazıyı yazmak da öyle. Bu yazıyı yazmanın kitabı yazmaktan çok daha uzun sürmesi, yaşadığım travmanın çok sayıda kanıtından biri.
Şimdilik hislerimi bir kenara bırakmak ve bu kitaptan nasıl faydalanabileceğinizi, dolayısıyla kitabımı size biraz anlatmak isterim. İyi Aile Yoktur benim onuncu kitabım. İyi Aile Yoktur, kendisinden önceki dokuz kitabımın devamıdır. İlk dokuz kitabıma aşina olan okurlarım İyi Aile Yoktur gibi bir kitap yayınlamama bu yüzden hiç şaşırmadılar, nitekim kitaplarımı okumakla kalmayıp anlayan birinin İyi Aile Yoktur’u yazmama şaşırmamasını, tersine kitabı öngörmesini beklerim. İyi Aile Yoktur’un anlattığı gibi temel bir mesele, tek kitapla anlatıp bitirilebilecek bir şey değil. Bu açıdan İyi Aile Yoktur’u son derece eksik de buluyorum, diğer kitaplarımın, hatta söylemlerimin toplamıyla anlatmaya çalıştığım şeyin, yapbozun sadece küçük bir parçası olarak görüyorum. Benim gözümde böyle bir konunun tek kitapla anlatılabilmesi imkansız. İyi Aile Yoktur’u okuyunca aklınıza gelebilecek soruların neredeyse hepsinin cevabı diğer kitaplarımda var; hatta bu kitabın yayınlanmasından sonra okurları YouTube’da ve sosyal medyada cevaplamaya da başladım, bu işe kısa sayılmayacak bir süre devam ettim. Kitaba erişim imkanı olmayan herkesin YouTube’da, Instagram’da bu kitabın içeriğine ve olası sorularının cevaplarına kolay ve ücretsiz şekilde ulaşabilmesi için elimden geleni yaptım. Twitter hesabımı 18 Ağustos 2024’te kapatmış olsam da, YouTube ve Instagram içeriklerim hâlâ herkese açık. İsteyen herkesin buralardan faydalanmasını isterim. Ulaşma yolunu biliyorsanız Twitter paylaşımlarım da çok işinize yarayacaktır; Twitter’da konuyla ilgili binlerce kaynak paylaştım.
Sanırım İyi Aile Yoktur’daki sorun, fazla yoğun olması. Bunu eşim geçenlerde kitabı okuduğunda söyledi. “Her paragrafta ayrı bir konu var ama o paragrafın arkasını bilmiyor okurlar. Çok yoğun şekilde özetleyip sonra diğer konuya geçiyorsun. Yavaş yavaş, on cilt halinde yazsaydın ancak o zaman kitabı anlarlardı.” deyince “E on cilt halinde devamını yazayım o zaman İyi Aile Yoktur’un? Bunu seve seve yaparım, yeter ki konu anlaşılsın.” diye cevap verdim. Kitapta değindiğim her konuyu örneklerle, destekleyici datayla ve burada olduğundan daha etraflıca açıklayacağım, okurların sorularına cevap vereceğim on ciltlik İyi Aile Yoktur serisi düşüncesi böyle doğdu.
Vaktim ve sağlığım imkan verirse İyi Aile Yoktur’un on ciltlik devamını yazacağımı ve bunun nedenlerini bu yazıyla duyurmak istedim. Diğer yandan, aslında kitaplarımın her birinin İyi Aile Yoktur’u açıkladığını ve diğer kitaplarımın okunmasıyla birlikte İyi Aile Yoktur’un daha iyi anlaşılacağını da yeniden vurgulamak isterim. Bana göre romanlarım, öykülerim teori kitaplarımdan ayrı değil, onları başka şekilde anlatıyorlar. İyi Aile Yoktur’dan önce yayınladığım Yazma Cesareti ve Fildişi Kuyu benim bakış açımda İyi Aile Yoktur’u anlatsa da bazı okurlara akademik, belki ağır gelecektir. (Okurların neden Yazma Cesareti ya da Fildişi Kuyu değil de İyi Aile Yoktur’a rağbet ettiği benim için hâlâ muamma; ben her birini aynı hislerle, aynı aktarabilme heyecanıyla, aynı umutla yazdım.) Ama İyi Aile Yoktur’dan sonra yayınladığım, yıllardır yaptığımız İyi Hissetme Atölyesi’nin ilk iki oturumunun kitaplaştırılmış hali olan Yüzmek, Yaşamak ve Olma Arzusu ile Erteleme kitaplarım herkesin kolay şekilde okuyup anlaması için yazılmış kitaplar. Bu kitapları okuduysanız, İyi Aile Yoktur’da ne anlatmaya çalıştığım, bu sorunların sizi kişisel olarak nasıl etkilediği, yine kişisel olarak üretebileceğiniz çözümler de daha nettir zihninizde. İyi Hissetme Atölyesi’nin diğer oturumlarını da kitaplaştırmak istiyorum; hem katılımcıların hem okurların ne kadar büyük fayda sağladıklarını her yıl aldığımız mektuplarla gözlemliyoruz. Kitaplaştıracağım diğer atölyelerim de birbirine bağlı; umarım birbirlerini daha açık hale getirecekler.
Yine son kitabım olan Beni Zorla Sağma, Bırak Ben Emzireyim Seni (2024), her birimizin yaşadığı bir psikolojik durumu farklı bir teknikle anlattığım bir kitap. İyi bir edebiyat okuru değilseniz eğer, farklı edebiyat tekniklerini harmanlayarak ürettiğim “tuhaf” tekniğini yadırgamanız olası; ancak o keşmekeşe anlam veremeseniz de kitabın ikinci yarısında ‘tutunma’ kavramı üzerine yazdıklarım herkese açık gelecektir ve her okur kendisinden bir şeyler bulacak, bir anlam çıkaracaktır sanıyorum. Aynı zamanda bir edebiyat metni olan ve edebiyat ile psikolojinin ayrışamaz oluşunu sadece içerik değil biçimiyle de anlatan Beni Zorla Sağma, psikoloji kitabı olarak da İyi Aile Yoktur’u tamamlayan kitaplarımdan.
Bir başka mesele, İyi Toplum Yoktur’un aslında İyi Aile Yoktur’la aynı kitap olması. Ben İyi Aile Yoktur’u iki bölümlük bir kitap olarak yazdım, ilk bölümün adı “İyi Aile Yoktur”, ikinci bölümün adı “İyi Toplum Yoktur” idi. Editör kitabı fazla kalın bulduğu için ikinci bölümü ayrı bir kitap olarak yayınlamak zorunda kaldım, ancak benim gözümde bu ikisi hâlâ tek kitaptır, okurun bu kitapları ayrı olarak okuyacağı hiç aklıma gelmedi yazarken. Bu nedenle İyi Toplum Yoktur olmadan okunan İyi Aile Yoktur bana göre eksik; İyi Aile Yoktur’u okurken aklınıza gelen birçok sorunun cevabı İyi Toplum Yoktur’da. Bunu İyi Toplum Yoktur’un girişinde açıkladığım halde İyi Toplum Yoktur’u okuyanların hâlâ kitabı İyi Aile Yoktur’dan sonra yazdığımda ısrar etmesi, yıllardır anlam veremediğim çok şeyden biri.
İyi Toplum Yoktur okunursa, İyi Aile Yoktur’da neden “anne” üzerinde biraz daha çok durduğum daha iyi anlaşılacaktır. İyi Aile Yoktur’da “ebeveyn” değil “anne” dediğim yerlerde daha çok anneyi kastediyorum. Çocuklarla ilişkisi sorgulandığında “Sen benim ne çektiğimi biliyor musun? Bir günü yanımda geçir de öyle konuş.” diyen bir baba bulamazsınız, sorun zaten böyle bir baba bulamayacak olmanızdır, çocuğuyla vakit geçiren babalar böyle sözler sarf etmezler; kısacası bu, toplumsal bir cinsiyet sorunudur. İyi Aile Yoktur’da “melek anne” mitinden bahsediyorum yer yer; “melek baba” mitinin olmaması, babaya dair mitlerin anneye kıysasla çok daha zayıf olması benim suçum değil, ki anneyi över görünen “cefakar anne” düşüncesinin en çok anneye yük yüklediğini anlatıyorum zaten kitapta.
İyi Aile Yoktur’da her sözümü ya da savımı açıklayabilecek yerim, imkanım yok; “anne” konusundaki söylemlerim, psikanalizdeki soyut ve somut ‘anne’ kavramına, yine sosyolojideki “anne” ve “baba” ayrımına dayanıyor. Bir gün cinsiyet açısından aile ilişkilerini yazmayı çok isterim, psikanalizde ve ilgi alanımda bu konu geniş yer tutuyor; şimdilik, Nancy Chodorow’un Türkçe’ye Anneliğin Yeniden Üretimi olarak çevrilmiş kitabını, Chodorow’un diğer kitaplarını, Steph Lawler’ın (çevrilmemiş) Mothering the Self: Mothers, Daughters, Subjects’ini, Signe Hammer’ın Daughters and Mothers: Mothers and Daughters’ını, Juliet Mitchell’ı, Chasseguet-Smirgel’i, Joyce McDougall’ı, Alice Balint’i, Grunberger’i, Helene Deutsch’u, Leyla Navaro’yu okuyabilir konuyu merak eden okur. Bu konudaki kaynaklar çok geniş, tabii ki bunlarla sınırlı değil; bu ve başka kitapları içerik özetleriyle sosyal medya hesaplarımda hep paylaştım. Navaro dışındakiler ağır gelebilir.
Alice Miller, Winnicott ve Psikanaliz
İyi Aile Yoktur’u yazdıktan sonra içine Alice Miller’dan alıntılar eklemeye karar verdim. Alice Miller’ı seçmemin birçok nedeni var. Temel sorun, konuyu açıklamak istediğim psikanalitik kaynakların psikanalitik dili bilmeyen biri için karmaşık olması. Psikanaliz öğrenmek, yeni bir dil öğrenmeye benziyor. Okurun o kaynaklardan faydalanabilmesi için uzunca bir süreç gerek. Genel okuyucu kitlesi düşünülürse, bunu ancak Beni Zorla Sağma’da olduğu gibi, tek psikanalitik kavramı alıp onu hem basitleştirip hem de okurun anlayacağı şekilde yorumlayarak yapabilirim.
İyi Aile Yoktur’un herkesin anlayabileceği bir kitap olması benim için çok önemliydi, hâlâ öyle. Fark ettiyseniz kitap sizinle konuşur gibi yazılmıştır; çünkü içimden gelen şey yolda herkesi durdurup onlara bir bir bunları anlatmaktı. Bunu yapamadığım için kitap yazmaya karar verdim ve kitabı yoldan geçen insanları durdurup onlara bir şey anlattığımı hayal ederek yazdım. Anlatma isteğim öyle güçlüydü ki kitabı –İyi Toplum Yoktur’la birlikte- bir ay içinde yazdım, her hafta sonu ayrı bir şehirde konuştuğum ve kitaba sadece hafta içleri vakit ayırabildiğim halde. Bitirdikten sonra dedim ki: “Peki bu kitabı bitirenler ne okuyacaklar konuyu daha iyi anlamak için? Dört yanda, buradaki doğruları öldüren şeyler var. İnsanın kitaptan uzaklaşır uzaklaşmaz o yanlışları normalleştiren dünyaya uyum sağlaması kaçınılmaz.”
Bu gerçekten de böyle; kitabı kapattığınız anda kitapla birlikte anlamaya başladığınız şeylerin solmaması, size yabancılaşmaması imkansız. Kitabın birçok insana sonradan anlamsız, “fazla” görünmesinin nedeni de bu: “Fazla yanlış” bir dünyada, “fazla yanlış” söylemlerle, bize her gün doğrunun bu yanlışlar olduğu sertçe dikte edilerek, manipüle edilerek yaşamamız. En çocuk dostu olan yazarların bile hiç çocuk dostu olmayan cümleleri var; ve doğruların arasına sıkıştırılmış o yanlışlar bence hepsinden tehlikeli. Okur, çocuk dostu bir metin okuduğuna güvenerek bu yanlışların ne kadar yanlış olduğunun farkında olmayıp onları daha da içselleştiriyor çünkü. Çocuk dostu olmadığını açıkça belli eden metinler bu açıdan daha zararsız.
Her cümlesiyle çocuk dostu olan, çocuğun gerçeğinin yanında olan çok ender yazarlardan Alice Miller. Alice Miller’da çocuğun gerçeğini eğip bükmeye çalışan tek cümleye rastlayamazsınız. Yine bir başka konu, Alice Miller’ın herkesin anlayacağı bir dilde yazması. Alice Miller, kitaplarında, isim vermeden psikanalistleri eleştiriyor. Alice Miller’ın yazdıklarının %97’si Winnicott’tan. Winnicott en çocuk dostu psikanalisttir. Maalesef bu Türkçe’de bilinmiyor. Örneğin Winnicott’ın aslında son derece çocuk dostu bir terimi olan “yeterince iyi anne” Türkiye’de, gerçekte olduğundan çok farklı şekilde aktarılıyor. Bu yanlış nerede, nasıl başladı bilmiyorum ama Türkiye’de psikoloji profesörlerinin yayınlarında olan açıklamaların Winnicott’ın söylemleriyle hiç ilgisi yok ve sanırım diğer akademisyenler de bu hatalı söylemleri hocalarından alıp tekrar ederek yaygınlaştırmışlar. Winnicott’ın bu yüzden, kendisinden ya da yabancı kaynaklardan, mümkünse onu açıklayan kitaplarla birlikte okunmasını isterim. Bana göre “İyi aile yoktur” cümlesi de Winnicott’ındır; Winnicott “yeterince iyi” anne/baba/aile tanımıyla “iyi” diye bir şeyin zaten mümkün olmadığını, çözümün “iyi anne/baba” olmaya çalışmak yerine “yeterince iyi” olmaya gayret etmek olduğunu ima etmektedir, dolaylı şekilde de olsa.
Diğer yandan, Winnicott ebeveynlerin sırtını sıvazlamak ister onlarla konuşurken, gerçek düşüncelerini saklar ya da eğip büker yer yer. Alice Miller bunu asla yapmaz. Winnicott’ın çocuk dostu olmadığı yerler söylemlerinde %3. Alice Miller bu %3’lük bölümü, özellikle de Winnicott’ın “sahte benlik” tanımındaki bazı sorunları eleştiriyor. 2004’ten beri sıkı bir Winnicott takipçisi olarak, Alice Miller’ın Winnicott’ı eleştirdiği her yerde Alice Miller’a katılıyorum. Konuyu merak edenler YouTube’daki videolarıma bakabilirler. Fildişi Kuyu, Yazma Cesareti, Beni Zorla Sağma ve diğer kitaplarımda Winnicott’a dair birçok şey bulabilirsiniz.
8-9 yaşından beri psikanaliz okuruyum, 2004’ten beri de psikanalitik camia içindeyim. Maalesef psikanaliz camiasında Alice Miller pek bilinmez; Miller’ı bu nedenle çok geç, İyi Aile Yoktur’un yayınlanmasından sadece aylar önce okudum. Halkın anlayacağı şekilde psikanalitik düşünceyi ve anne-baba tabusunu eleştiren birine rastlayabilmek beni çok mutlu etti; Miller’ın Türkiye’de daha çok okunmasını istedim. İyi Aile Yoktur’u yazdığımda Alice Miller’ın Türkiye’de okura ulaşabilen üç kitabı vardı sadece, bunlar da bence hak ettiği kadar bilinmiyordu. İyi Aile Yoktur’u yazdıktan sonra Miller’ın İngilizce ve Almanca’daki kitaplarını hızlıca okudum; ani bir kararla, bu kitapların da çevrilmesini, var olan kitapların daha çok okunmasını istediğim için bu kitaplardan alıntı seçerek metne ekledim. Metin bitmiş olduğu için bunu yapmak hayli zor oldu. Kitapta alıntıları yerleştirecek yerler açmak için çok uğraştım. Arkasından kitabı Alice Miller’a ithaf ettim. “Alice Miller’a, çok derin bir saygı ve minnetle / Çünkü bu kitabın, her okurunu ona götürmesini dilerim.” ibaresini ekledim kitabın başında.
Bana göre Alice Miller’dan seçtiğim alıntılar önemliydi, onlardan faydalanabilecek biri için ufuk açıcıydı. Maalesef birçok okur alıntılardan şikayet etti, birçoğu da yazdıklarımı onun cümlelerinin devamı ya da açıklaması zannetti. İyi Aile Yoktur’u öven yazılarda bile, benim cümlelerim Alice Miller’a ait cümleler olarak yazıldı ve o yazarlara o cümlelerin, düşüncelerin Alice Miller’a değil bana ait olduğunu söylediğim halde metinlerini değiştirmediler (neden bilmiyorum). Halbuki İyi Aile Yoktur, yıllardır her yerde anlattıklarımdan oluşur. İyi Aile Yoktur’dan önce yazdığım dokuz kitap, 2006 yılından beri kullandığım sosyal medya, Türkiye’nin ve dünyanın değişik yerlerinde yaptığım konuşmalar bunun apaçık kanıtı. Kitabın her cümlesi, ben Alice Miller’ı okumadan önce söylenmişti.
Bu kitabı Alice Miller’dan ilham alarak yazmadım; kitabın okuru Alice Miller’a götürmesini istediğim için, onu seçtiğim için, nihayet söylediğim şeyleri destekleyen bir psikanalist bulduğum için alıntıları sonradan kitaba ekledim, özellikle Alice Miller’a daha çok alan verdim. Her yazar gibi düşüncelerimi etkileyen çok sayıda isim var; her yazar gibi ben de bugüne kadar yüzlerce yazardan etkilendim, bu isimleri kitaplarımda hep zikrediyorum zaten. Alice Miller’ın, anlattığım nedenlerle, çok önemli olduğunu düşünüyorum. Kitabın başında yazdığım gibi, ona çok derin bir saygı ve minnetim var; cesaretini, çocukluğun gerçekliğine her şeye rağmen sadık kalabilen bakışını çok takdir ediyorum, çünkü böyle bir dünyada bunu başarabilmek çok çok çok zor, insanüstü bir çaba gerektiriyor, tecrübeyle de bunu biliyorum. Fakat Alice Miller’a hayran değilim; Alice Miller etkilendiğim ve düşüncemi şekillendiren isimler arasında ilk yüz arasında değil. Alice Miller yıllardır çok aşina olduğum, yakından bildiğim bir psikanalitik teoriden bahsediyor, hem katılarak hem de yer yer eleştirerek, ama okuru zorlamamak adına akademik açıklama yapmayarak.
Biraz akademik açıklama yaptığı bir kitabı olsa da oradaki açıklamalar çok kısa. Alice Miller belli etmese de bir entelektüel. Bildiği, göndermede bulunduğu psikanalitik düşünce çerçevesi çok çok geniş, bizi buna boğmaması sadece çocukların iyiliği için. Winnicott’a ve isim vermeden göndermede bulunduğu psikanalitik düşüncelere çok aşina olduğum için de Alice Miller’ı herhangi bir okurdan daha iyi anladığımı düşünüyorum. Psikanaliz çok geniştir; Alice Miller’ın psikanaliz içinde alan edindiği yer, benim de alan edindiğim yer. Psikanaliz bilen herkes Alice Miller’ın konularına bu kadar aşina olmayabilir, bu çok normal. Psikanaliz bütünü içinde düşünürsek az yer kaplıyor hatta bu alan. Kısaca söylersem, Alice Miller nesne ilişkileri ekolüne, özellikle ekolün bir bölümüne atıfta bulunuyor diyebilirim ki benim alanım da nesne ilişkileri ekolünün bu bölümü. Söylemleri, nesne ilişkileri ekolü içinde yeni değil. Ama bahsettiğim nedenlerle çok çok önemli. Nesne ilişkileri ekolünden kitapları genel okur kitlesine bu kadar kolay öneremiyorum, anlaşılması zor olduğu için, ayrıca çocuk konusundaki gerçekleri bu kadar net özetlemedikleri için. Ama Alice Miller’ı herkes okuyup anlayabilir.
Bir insan bir yazara hayran da olabilir, ondan derin şekilde etkilenebilir; bu, o insanın söylemlerini geçersiz kılmaz. Salt bir yazar üzerine bir kitap da yazabilirsiniz ayrıca; akademik tezler bunun örnekleriyle doludur. Alice Miller’ın düşüncelerini anlatan bir kitap, onun alıntılarıyla ve sözlerinin yorumlanmasıyla dolu olacaktır, bunda hiçbir beis yok, herhangi biri böyle bir kitap yazabilir, bu kitaplar da diğerleri gibi değerlidir. Ama bu kitap, o kitap değil. İyi Aile Yoktur’un kaynağı Alice Miller değil, tezi Alice Miller’dan değil. İyi Aile Yoktur’un İthaki baskısının sonunda yazdığım yazıda Alice Miller’ı kitaba neden, ne zaman dahil ettiğimi açıkça paylaştım.
Alice Miller’ın kitap vesilesiyle daha çok okunması, çevrilmesi, piyasada bulunmayan kimi baskıların artık ulaşılır hale gelmesi beni çok mutlu etti; ama şahsıma olan nefret nedeniyle bu kadar iftiraya, karalamaya maruz kalmasına da aynı şekilde vesile oldum. Alice Miller’ın anneliğini ilk ben yazdım; İyi Aile Yoktur’un İthaki baskısının 238. sayfasında Alice Miller’ı “Psikoterapist olmasına rağmen ebeveyn-çocuk döngüsünü bütün boyutlarıyla idrak edebilmesi çok geç gerçekleşmiş, sert bir adam olan kocası oğlunu döverken ses çıkarmamış” bir kadın olarak tanımlıyorum örneğin ve sonra oğlu Martin Miller’ın meşhur röportajına referans veriyorum.
Alice Miller, “aydınlanma” dediği şeye ebeveyn ve psikoterapist olarak çok geç ulaşıyor, bunu da her zaman ifade ediyor. “Annemin benden beklediğini ben de ilk çocuğumdan bekledim.” diyor, bu ilk çocuk Martin Miller. Sonradan boşandığı eşi sert, titiz, disiplinli bir adam. Martin Miller’ı yıkanmaya zorluyor ve Martin Miller da bunu cinsel istismar olarak algılıyor. Peki bu cinsel istismar mı? Bana göre evet. Çünkü, bu kitapta da değindiğim gibi, bir insanın cinselliğine zarar veren her şey cinsel istismar tanımında olabilir. Martin Miller babasının onu yıkanmaya zorlamasını beden ihlali olarak tecrübe etmiş olacak ki buna “cinsel istismar” diyor, biz de her zaman çocuğun/mağdurun tanımına/tecrübesine saygı duymalıyız diye düşünüyorum.
“İstismar” tanımım dünyadakiyle aynı; yalnız Türkiye’de “istismar” tanımına maalesef çok kısıtlı bir çerçeve çiziliyor ve bu nedenle de “istismar” olan şeylere, dünyada “istismar” adı verilen şeylere “istismar” dediğim için eleştiriliyorum. Yani beni eleştiren kişilere göre Martin Miller istismara uğramış değil, hele cinsel istismara uğramış hiç değil. Ama ilginç olan şu ki aynı kişiler “Alice Miller, oğlunun cinsel istismara uğramasına göz yumdu.” diyor ve sonra Alice Miller’ın sözlerinin bu nedenle ciddiye alınamayacağını iddia ediyorlar. Gazetecilerin ilgi çekmek için kullandıkları ifadeleri, gerçekleri çarpıtarak, kimi gerçekleri de örtbas ederek aktarıyorlar. Martin Miller, çocukluğuna dair gerçeği, mesela zorla banyoya sokulmasının “cinsel istismar” olduğunu Alice Miller’ın kitapları sayesinde anladığını, yaşadıklarının annesinin söylemlerine halel getirmeyeceğini söylüyor, ki bu çok doğru.
Alice Miller’ın anneliğinde yaptığı hatalar, beni hiç şaşırtmıyor; tersine, kitaplarında söylediklerini doğruluyor (ve kendisi de farkında bunun). Alice Miller’ın okura karşı içtenlikle kurmadığı tek bir cümle yok; ve bu çok değerli benim için. Martin Miller, Nazi kamplarında kalan annesinin bu konuda asla konuşamadığını da belirtiyor ki Alice Miller’ın bu konudaki bastırılmış öfkesi de muhtemelen çocuğuna yönlendirilmiş durumda. Alice Miller’ın, farklı kitaplarında ifade ettiği gibi “Eskiye dayanan doyumsuz kalmış ve savunmalarla bilinçdışına itildiği için bilinçsiz olan bir ihtiyacın doyurulması için ikame edilmeye en uygun olan varlıklar insanın kendi çocuklarıdır.”, “en kolay kullanabileceğimiz kişiler kendi çocuklarımız, emrimiz altındaki astlarımız ve bazen terapiste bir çocuk gibi bağımlı olan hastalarımızdır.”, “Kendi annesine karşı çıkamamışsa, şimdi kendi çocuğuna karşı çıkabilir ve kendine eziyet edilmesini engeller; bu amaçla çocuğunu bağırmaması ve kendini rahatsız etmemesi için terbiye eder.”, “[Ebeveynler] kabullenemedikleri duyguları çocuklarına yansıtarak faturayı onlara ödetirler.”. Yine Alice Miller, vaktiyle saygı duyamadığımız çocuğa sonradan saygı duyabilmemizin çok zor olduğunu söylüyor. Bunlar, kendi tecrübeleriyle de bildiği, bildiğini itiraf ettiği, vicdan azabı duyduğunu saklamadığı şeyler.
Alice Miller’ın oğlu “disipline” edilirken ses çıkaramaması, maalesef bizim ülkemizde de en yaygın hatalarımızdan. “Anne Baba Çelişmesinin Faydaları” başlıklı YouTube videom izlenirse bu çok yaygın hatamız daha iyi anlaşılacaktır. “Anne babalar çelişmesin. Baba kural koyarken anne sussun.” diyen bir ülkenin Alice Miller’ı böyle karalamasını çok haksız buluyorum. Bu hataları ben yaptım, siz de yaptınız. Vakit, sakince, suçluluk duymadan “Evet, hata yaptım. Hata yaptık.” deme vaktidir. Hissettiğimiz suçluluk duygusu nedeniyle kendi suçumuza günah keçisi yaratma vakti değil.
Bu kitapta insanın, en olumsuz yanını gösterdiği kişinim kendi çocuğu olduğunu anlattım. Bize bunu en güzel anlatan kişi de Alice Miller oldu bence. Türkiye’de bir kesim, Alice Miller etrafında yanlış bir söylem oluşturmaya çalışarak bunun İyi Aile Yoktur’u çürüttüğünü söylüyor. Neden çürütsün? Alice Miller söylediği her cümle, yaptığı her şey yanlış olan bir insan bile olsaydı, ben Alice Miller değilim, Alice Miller’ı eleştirmek beni ya da İyi Aile Yoktur’u eleştirmek demek değil. İyi Aile Yoktur’un Alice Miller üzerinden geçersiz hale getirilmeye çalışılmasının hiçbir açıdan mantığı yok. Alice Miller’ın anneliği ile söylemlerinin çürütülmeye çalışılması her açıdan “ad hominem”, felsefe diliyle “safsata”.
İyi Aile Yoktur Hiç Eleştirilmedi
İyi Aile Yoktur’u her tür eleştiriye hazır olarak yayınladım. Fakat İyi Aile Yoktur hiç eleştirilmedi. Bir kere bile eleştirilmedi. İyi Aile Yoktur hakkında sadece yalan söylendi. İftira İyi Aile Yoktur öncesinden de yazar olarak çok aşina olduğum bir şey, ama iftiraların bu boyuta ulaşabileceğini hiç tahmin edemezdim. İyi Aile Yoktur’u eleştirdiğini iddia eden herkesle canlı yayında konuşmaya her zaman hazır olduğumu hep ifade ettim, fakat bu iftiraları ortaya atanların hiçbiri buna yanaşmadı. Çünkü “Şöyle diyor/yapıyor.” diyen birine “Hayır, öyle değil böyle söylüyor/yapıyorum.” dediğim anda -karşımda olurlarsa eğer- söyleyecek bir şeyleri kalmadığını, yalan söylemedikleri sürece sözde eleştiriye de devam edemeyeceklerini biliyorlardı.
İyi Aile Yoktur bana çok açıdan çocukluk travmalarımı yeniden yaşattı ve yaşatıyor. Ama bu travmaların en büyüğü, kitabı her gördüğümde hissettiğim “yağmalanma” duygusu. Türkiye’de hiçbir kitabın bu kadar yağmalanmadığını iddia ediyorum. Herhangi bir algoritma bu iddiamı kolayca doğrulayacaktır. Bugün İyi Aile Yoktur’un çalınmayan tek yeri başlığı. Bana acı veren şey, İyi Aile Yoktur’daki ve başka yerlerdeki sözlerimin bugün -en çok da ruh sağlığı uzmanları tarafından- orta malı haline getirilmesi değil. İyi Aile Yoktur’daki, başka yerlerdeki sözlerimi kendilerine aitmiş gibi paylaşan, bu çalma eylemiyle kendilerine kariyer inşa eden insanlar tarafından tekrar tekrar hakarete, karalamaya, iftiraya maruz bırakılmam ve büyük kitlelerin kötü niyetli bu insanlar tarafından bana karşı kışkırtılması.
İyi Aile Yoktur hakkında yazılan sözde eleştiri yazıları bile, İyi Aile Yoktur’dan çalınmış cümleler ve tezler üzerine kurulu. Bazı “eleştiri” yazılarındaki sözde eleştiri cümlelerinin tamamı kitaptan. Buna rağmen bu yazılar kendilerine taraftar buluyor, kitabın kendisinden daha çok okunuyor ve destekleniyor. Sayısız örnek arasından birini vereyim mesela. İlk kez 2010’da “Anne Tanrı değil, insandır.” deyip bu sözü açıkladığımda çok eleştirilmiştim. O zamanlar böyle düşünülmüyordu çünkü, bu bakış açısının çok yadırgandığı bir çerçeve hakimdi. Bu ve benzeri cümlelerin, bakış açılarının yaygınlaşması için çok uğraştım, yıllarca pes etmeden uğraştım. Bugün bu cümle ve bu bakış açısı iyi ki yaygınlaştı, bundan mutluyum. Ama sözde İyi Aile Yoktur’u eleştirmek için yazılan yazılarda kitabın içinde geçen “Anneler insandır” cümlesinin sözde kitabı çürütmek için kullanılması beni çok incitiyor. Sözde eleştiri yazılarında hep bu cümle(m) geçtiği için, herhangi bir şey söylediğimde bana “Nihan Hanım, anneler insandır, anlayın bunu artık!” denmesi -bu başıma toplamda en az yüzlerce kez gelmiştir- beni çok incitiyor. Bu kadar çarpıtılırken kendimi nasıl anlatabilirim, Türk halkına nasıl faydalı olabilirim? Anlatabilmek için ömür boyu yılmadan uğraştığım şeylerin kolayca yok edildiğini görüyorum.
Psikanalist Thomas Ogden “Kimseye, onun sizden çalmaya çalıştığı şeyi veremezsiniz.” diyor; bu sözü, nedenlerini giderek artan bir şiddetle tecrübe ettim ve ediyorum. Anlatmaya çalıştığım şeylerin anlaşılması benim için çok önemli; çarpıtmalar ve beraberinde gelen intihaller nedeniyle, ne anlatmaya, ne yapmaya çalıştığımın anlaşılmadığını görüyorum, doğru anlaşılabilmek için çok uğraş verdiğim halde. Konuşmak istediğim şeyleri değil şahsımı konuşup durmanın hiçbirimize faydası yok; konuşmak istediğim konuların çekildiği bambaşka yerlerde tartışmanın da öyle. Cümlelerimi çalanlar, onları bir başka şeye dönüştürüyorlar; ama bu, o sözlerin artık faydalı olabileceği bir dönüştürme biçimi değil maalesef. Konuştuğum konulara hakim biri, sözlerimi alıp faydalı bir şeye dönüştürebilir; ancak bundan yoksun olduğumuzu hayal kırıklığıyla tecrübe ettim.
Bu kitapta ya da bir başka yerde hoşunuza giden herhangi bir cümleyi herhangi bir yerde paylaşabilirsiniz. Bu kitapta olduğu gibi, tırnak içinde ve yazarın adını açık şekilde verdiğiniz takdirde bunda hiçbir sorun yok. Bir insanın düşüncelerinden etkilendiğimizde, bunu bir şekilde belirtmemiz gerekiyor. Düşüncelerimi kendi kelimelerinizle, kendinizce değiştirerek mi ifade ediyorsunuz: Güzel, bunu yaparken de (sözcükleri birebir almadığınız için tırnak kullanmayacak olsanız da) kaynağınızın adını vermeniz gerekiyor. Bunun nedeni o kişiyi onurlandırmak değil. Kimin ne dediğini ayrıştırmak. Çünkü bunu yapmadığımızda düşünce zincirlerini takip edemiyoruz. Düşünce zincirlerini takip edemediğimizde o düşüncenin faydalı olabilmesini birkaç şekilde önlüyoruz. İyi Aile Yoktur bunun en açık ispatlarından. Akademide düşünce zincirini sıkı şekilde açıklamak bu nedenle bu kadar önemli. Bir alıntı paylaştığımda bu, kendi metnimin amacı için neden o kişiyi seçtiğimle ilgili değildir sadece; okurun eğer konu ilgisini çekiyorsa o yazarın o metnine de gitmesini istiyorumdur, o metin içinden özellikle o cümleyi seçmişimdir, rastgele bir seçim değildir bu.
Bir örnek vereyim. Bugün çocuğun ev dışında yaşadığı istismarla ilgili bir paylaşım yaptığımda en çok yaşadığım şey “Nihan Hanım, çocuk ev dışında bir yerde istismar ediliyorsa bunun nedeninin önce evde (duygusal anlamda) istismar edilmesi olduğuna inanıyorum ben. Dışarı değil eve bakalım önce lütfen. Bunu görmezden gelmeyelim.” gibi cümlelerin gelmesi. Bu düşünceyi İyi Aile Yoktur’da paylaştım, sonra (isimsiz şekilde) yaygınlaştı. Şimdi istismarla ilgili bir şey paylaştığımda söylediğim şey okura ulaşmıyor, çünkü okur (bu düşüncenin benden çıktığını bilmeden), yazdığım şeyin bu gerçekle çeliştiğini düşünüyor, onu bana ve takipçilerime iletme ihtiyacı duyuyor, bu yorumları okuyan kişiler de o gün o paylaşımda ne anlatmak istediğimi anlayabilmekten uzaklaşıyorlar bu nedenle, konuşmak istediğim şeyleri değil bunları, yani bu diğer konuyu ya da bu ikisinin çelişmediğini konuşmak zorunda kalıyoruz. Bu iki düşüncenin aynı kişiden çıktığını bilseler, çelişmediğini de görebilirler. Ama bana kendi düşüncemi anlatabilme çabasında insanlarla karşı karşıyayım her gün sosyal medyada, ki bir süre sonra bu nedenle sosyal medyayı kullanamaz hale geldim. Artık paylaşımlarımın bu keşmekeş nedeniyle okura ulaşamadığını görüyorum. Bu insanlara “Biliyorum, bunu ilk ben yazdım.” da diyemiyorum; ne anlatmaya çalışsam kibirli algılanıyorum çünkü, bunu yazarsam yazma nedenimin yanlış anlaşılacağını biliyorum.
Çaresi olmayan, hafif de olmayan bir duygu durumu bozukluğundan muzdaribim. Çocukların yaşadığı disregülasyon günlük realitemin bir parçası olduğu için, birçok gün/saat hareket etmekte güçlük çektiğim için kendimce yollar icat etmek durumunda kaldım. Bunları Erteleme Atölyesi’nde yıllardır anlatıyorum, Yataktan Çıkamadığım Günler adıyla da kitaplaştırdım atölyeyi. (Kitap, Erteleme adıyla basıldı ama benim için adı hâlâ Yataktan Çıkamadığım Günler; yataktan çıkamadığım ve hareket edemediğim günleri anlatıyor, olası çözüm önerileriyle birlikte.) Kitabın çıkmasından sonra erteleme ve harekete geçmekte güçlükle ilgili sözlerimin çok yaygınlaşmasını da örnek olarak vermek istiyorum.
Özgün her fikir, çok derin şekilde yaşanmış acıdan doğar, bu acının dönüştürülmesidir fikir. Bu dönüştürme işinde birikim (okuduklarımız vs) de işin parçasıdır her zaman. Çocukluk konusunda ya da herhangi bir konuda olduğu gibi, erteleme konusunda siz de yazabilirsiniz isterseniz; ama sizin bu konuda ortaya koyacağınız cümleler, vurgular, benimkilerle birebir aynı olmayacak. Ben harekete geçmekte büyük zorluk yaşadığım için bu sözcüklerle anlatıyorum derdimi; siz bu konudaki zorluğu en derin nereden yaşıyorsanız ifadeleriniz ve alt metin de oradan şekillenecek. Bunda benim kitabım ya da bir başka kitap tabii ki yardımcı olabilir size; ama burada sizin bu metinleri “kullanmanız” mesele. Eritilmemiş, aynı vurgu, aynı ton, aynı sözcüklerle ifade edilen metin, “kullandığınız” metin değil, sizi kullanan metin.
Bazen “Jung’a/Winnicott’a göre şöyle” diyerek anlattığım şeyler vardır. Bunlar, yorumdur, benim yorumumdur; o kişinin ifadeleri değildir. Birçok kişi bunların yazardan direkt cümleler/ifadeler olduğunu sanıp buraları “şu şu kişi şöyle diyor” diyerek tırnak içinde paylaşıyorlar, bunları her yerde görüyorum, nitekim bunun yanlış olduğunu fark etmeyerek bu “alıntı”ları paylaştıkları metinlerini bana da gönderiyorlar -Bu, o kişileri okumadıklarının ispatı, okusalar o kişilerin böyle ifadeleri olmadığını görürler-. Bir düşüncem varsa ve sonra birini okuyup onun da bu yönde düşündüğünü görürsem bunu “Şu yazara göre böyle” diye ifade edebilirim; ama bu kendi yorumumdur, o yazarın ifadesi değil. Yorum, yorumlayana aittir. Alıntı da benzer şekilde yaratılan bir şeydir, alıntılayana aittir; yoğun bir okuma ve süzgeçten geçirme sürecinin sonucudur; bir başkasının yaptığı alıntıyı bu şekilde alamayız, bir insanın ismi geçiyor diye o söz ve düşüncelerin direkt olarak o kişiden çıktığını varsayamayız. “Şu insanın kitabında şu sayfada geçen alıntıya göre” ibaresini koyma zorunluluğumuzun nedeni budur. Görmediğimiz değil gördüğümüz yerlerden sorumluyuzdur. Kişiler düşüncelerin kaynağına bu şekilde ulaşırlar; yoksa o kaynaklar görünmez olur, okurun gidebileceği, araştırabileceği yollar kaybolur. Neden o kişinin o metindeki o cümlesini alıntıladığımın kendi düşünce silsilem içinde bir yeri, önemi, anlamı vardır. “Şu kişiye göre şöyle” dediğim bir şeyi bunu söylemeden önce veya söyledikten sonra kendi cümlem olarak da paylaşabilirim; kişiler düşüncesizce sözlerinizden böyle alıntı ya da sözde kendilerine ait metinler çıkardıklarında iş karmaşıklaşır, sahibi olduğunuz cümlenin hırsızı gibi görünmeye başlayabilirsiniz.
15-20 yıldır yazdığım, söylediğim bir şeyi paylaştığımda “Herkesin söylediğini söylemişsiniz.” diyenler oluyor bazen; sözlerimin artık çok fazla orta malı haline getirilmiş olmasından kaynaklanıyor bu. Halbuki o sözler, diğer düşüncelerime, o düşüncelerimin geçtiği kitaplar diğer kitaplarıma bağlı; bunlar ancak bir arada olurlarsa anlaşılabilecek şeyler. Siz sözlerimi, düşüncelerimi alıp kendinize aitmiş gibi yaygınlaştırdığınızda onları izole etmiş, bağlamlarından koparmış oluyorsunuz ve önüne arkasına eklediğiniz şeylerle çoğu zaman tahrif de ediyorsunuz. “Şu kişi şöyle diyor. Ben de şöyle diyorum” diyerek kendi düşüncenizi yazmanızda hiçbir sorun yok. Okuduğunuz düşünceler, aklınıza başka düşünceleri getirebilir; ama bu durumda ikisinin bir arada paylaşılmasının gerekli olmasının yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi nedenleri vardır. “Şu kişi şöyle diyor. Ona şu konuda katılıyorum, şu konuda katılmıyorum.” demeniz de bir düşünce zincirini takip etmek için fevkalade mühim ve gereklidir. Çoğu zaman “Ona şu konuda katılmıyorum” dediğinizde aslında bu bana katılmamanızdan değil, söylediğim bir şeyin yeterince anlaşılmamış olmasından kaynaklanıyor; ama bu hiç sorun değil, bunu bu şekilde ifade ettiğiniz sürece bu ayrım net oluyor çünkü düşünce silsilesini takip edecek insanlar için, okuru ve yazarı en temel hakkından mahrum etmemiş oluyorsunuz.
İnsanlar bir tweet gördüklerinde, arkasındaki düşünceyi anlayamıyorlar çoğu zaman; onu halihazırdaki kalıplarıyla yargılıyorlar. Tweetin arkasına tweeti açıklayan bir kitap koyarsanız, tweet biraz daha anlaşılır hale geliyor, “Bu tweeti yargılarken hatalıymışım. Düşündüğüm şeyi söylemiyor, kastetmiyormuş. Meğer fazlası varmış, bu açıdan düşünememişim.” diyor kitabı okuyanlar. Ama bu sefer de kitabın yaslandığı geniş külliyatı ve daha geniş düşünceyi göremiyorlar. Bir zamanlar tweeti anlamadıkları için yargıladıkları gibi, şimdi de kitabı arkasını göremedikleri için yargılıyorlar. Özellikle çok yerleşmiş bir kalıp hakkında çok yeni bir şey söylüyorsanız, haksız yargılanmaya çok şiddetli şekilde maruz kalıyorsunuz. Bu zaten tek başına yeterince zorken kitaplarınızdaki sözlerin birdenbire herkesin (referanssız şekilde) ağzında olması, karşı çıktığınız ana akım psikolojiyle birleştirilerek uzmanlar tarafından kaynak kendileriymiş gibi halka sunulması, neye karşı çıktığınızı, buna neden karşı çıktığınızı anlatabilmenizi, yani yıllar süren çabanızı imkansız hale getiriyor.
Yıllardır her gün hakaret alıyorum. Her gün. Bu, bir taciz. Ve hakaretlerin arkasında iftiralar var. Binlerce hakaretin ekran görüntüsünden oluşan dosyaların kaydını tutuyor eşim bilgisayarında. Beni çok derinden yaralayan şey şudur: Hiç tanımadığım, ömrümde kendisine hiçbir kötülüğüm dokunmamış, asla kötü söz etmediğim, buna rağmen beni bu şekilde taciz eden, etmeye devam eden bu kişilerin hesaplarına baktığımda, bana ait sözlerle karşılaşmadığım bir kişi bile olmadı bugüne kadar. Bir kişi bile. Her biri benden faydalandığı ve benden faydalanan kişilerden faydalandıkları halde bana nedensiz bir öfke, nefret kusuyorlar ve bu kadar yıl içinde kimsenin kötülüğüne hiçbir şekilde karşılık vermemiş olmam bu durumu değiştirmiyor.
İyi Aile Yoktur ve sonrası, Türkiye’de bütün psikoloji camiasının söylemlerini değiştirdi. Bu konuları İyi Aile Yoktur’un yayınlandığı 2018’den önce konuşan isimler de var, ama sayıları çok az, ve bu kişiler bana asla düşman olmadılar. 2018 öncesi ve sonrasına bakan herkes, şu an Türkiye’de yaygın şekilde tekrar edilen söylemlerin 2018 sonrasında ortaya çıktığını kolaylıkla görebilir; tarihler, metinler, videolar, sosyal medya hesapları gerçeği görmek isteyen herkes için gün gibi ortada. Kitabı günler boyunca karalayan ve takipçilerini bana karşı kışkırtan çok takipçili hesaplar, kitaptaki ve videodaki sözlerimden kitaplar yayınladıklarında, aynı sözler okurlar tarafından sadece takdirle karşılandı. (Kitabım, çok yoğun olduğu için, içinden çok sayıda kitap çıkarmaya uygun bir metin.) “Kitabınızdaki şu paragraf Nihan Kaya’nın paragrafıyla kelimesi kelimesine aynı.” dendiğinde “Biz Nihan Kaya ile taban tabana zıt düşünüyoruz. İkimizin de kaynağı Alice Miller olduğu içindir.” diye cevap verildi hep. Cümlelerimin Alice Miller’dan olmadığını, Alice Miller’dan olan bütün cümleleri mutlaka tırnak içinde ve isim belirterek yazdığımı tekrar tekrar beyan ettiğim halde bu söylem hiç değişmedi. Kimin benden intihal yaptığı söylense “E o da Alice Miller’dan alıyor. Kendisi de Alice Miller’dan almasın o zaman.” dendi. Yayınevlerine avukatımla bu intihal kitaplardaki hangi cümlelerin hangi kitabımdan, hangi videomdan olduğunu açıkça belirttiğimiz kalın dosyalar gönderdiğimiz halde yayınevleri cevap vermeye bile tenezzül etmedi, kitapları değiştirmedi.
Sözlerimden kitap yapanların, onlar kendi sözleriymiş gibi video çekenlerin, sosyal medya içeriği üretenlerin bu paylaşımlarına bakıyorum ve altında bir tane bile hakaret göremiyorum, kimileri İyi Aile Yoktur sonrası ciddi bir kitle edindiği halde. Peki o zaman neden ben, bir öfke, nefret nesnesi haline getirildim? Nedeni, yukarıda anlattığım şeyle ilgili.
Mesele şu ki Türkiye Alice Miller’ın sözlerinden etkilenmedi, benim sözlerimden etkilendi ve benim sözlerimi yaygınlaştırdı. Alice Miller’ın kitaplarında benim sözlerimi bulamazsınız; bakış açılarımız çok benzer olduğu halde birbirimizden çok ayrı olduğumuz çok belli, bunu her ikimizi de okuyan birinin hemen fark etmesini beklerim. Alıntı konusunda fevkalade dikkatli bir insanımdır. 19 yaşından beri, okuduğum her kitaptan sonra etkilendiğim her yerin notlarını çıkarırım, çoğu zaman notları çıkarmak kitabı okumamdan daha uzun sürer. Okuduğum kitapların notlarından oluşan on binlerce sayfalık dokümanlarım var. Bu notları sık sık okurum. Bir kitap yazdıktan sonra da okurum, hem ilgili bir alıntı varsa kitabıma yerleştirip okuru o konuda daha çok gelişmek isterse nereye yönlendireceğimi bilmek, hem de yanlışlıkla birinden aldığım bir ifade olmadığından emin olmak için.
Sanırım hepimizin başına gelmiştir. Düşündüğümüz/söylediğimiz cümlenin aynısına bir başkasında rastlarız. Ben böyle durumlarda kendi cümlemi silip benimle aynı şeyi söylediğini gördüğüm yazarı paylaşırım, benim değil onun cümlesinin okur üzerinde etkili olacağını düşündüğüm için. Bunu Alice Miller’da da yaptım, başkalarında da; yapmamam gerektiğini yeni anlıyorum. Bunu sadece yazarlarda yapmam. Hepiniz mutlaka şahit olmuşsunuzdur; atölyeye gelen, hiç kimsenin tanımadığı bir katılımcıdır bu bazen. Sosyal medyada paylaşımını gördüğüm bir kişidir. Bu kişiye yazar, sözünü kitabıma almak için izin isterim. Bunun nedeni, bu sözleri benim söyleyemeyecek olmam değildir. Benim ifade edeceğimden/ettiğimden daha iyi söylemeleri değildir. Çok benzerlerini çoktan söylemiş/yazmış olmamam değildir. O kişilere saygımdan, biraz da jest olsun diye de yaparım bunu çoğu zaman. Bunun bir hata olduğunu burada anlatamayacağım uzun tecrübeler sonrasında, retrospektif şekilde fark ettim.
Bir insanın cümlesini, o insanın bütün geçmişine, geçmiş söylemlerine, yazılarına, alıntılarına baktığımızda, onların içine yerleştirdiğimizde anlarız. Aynı şeyi söyler gibi görünen iki insan birbirinden ayrılır bu şekilde baktığımızda. Bakış açılarımızın çok benzer olduğu yazarlar vardır. Onlara rastlamayı, onları alıntılamayı çok severiz. Fakat yine de kendi sözlerimiz onlarınkinden ayrıdır. Aynı cümleyi kurmuş olsak bile. “Ben böyle diyorum. O da aynısını diyormuş.” diye paylaşabiliriz bunları mesela, paylaşmak istiyorsak.
Yazdıklarımı, ana akım düşünce ve ana akım psikolojinin söylemlerinin neden ve nasıl zararlı olduğunu göstermek için yazıyorum. Bu yüzden bu kadar tepki görüyorlar, ama tam da bu yüzden onları yazmam gerekiyor. Bunları ben değil bir başkasının yazmasını çok isterdim. O zaman üzerimden büyük bir yük kalkardı, böyle “mecbur” hissetmezdim kendimi bunları söylemeye. Söylenmemiş şeyleri söylediğim için yadırganması çok normal. Bize çok uzun zamandır yalan söylendiğinden, okur kendisine dayatılan o kalıplarla tepki veriyor, bunun farkında olmadan. Yapılan şey, benim söylemlerimi karşı çıktığım ana akım düşünce/psikoloji ile karıştırıp yazmak çoğu zaman. Bunun nedeni, bunu yapan kişilerin bu konuda yeterince birikimleri olmaması. Birikimleri olsaydı eğer, bu ikisinin karışamayacağını, cümlenin ilk kısmını söylediğimizde ikinci kısmını söylemenin neden ve nasıl ilk kısımla çeliştiğini görürlerdi. Ama tam da bu yazıda bahsettiğim “düşünce zinciri” olmadığı için, yazdıklarımın arkasını bilmedikleri, tahmin edemedikleri için bu cümlelerin böyle kurulamayacağının farkında değiller. Daha “uzlaşmacı” gibiymiş gibi görünüyorlar uzaktan bunu yaptıklarında, okuyanlar “Aaa evet, üstelik bu bir uzman, ne söylediğini biliyor olmalı. Her şeyin ortası.” diyerek kendilerini rahatlatıyor; ama iki cümlenin o şekilde birleşebilmesi imkansız, mantığa, psikolojideki tartışmalara, düşünce zincirine aykırı.
Hiçbir yazar için şu cümleyi bu kadar çok duymamışsınızdır: “Bazı söylediklerine katılıyorum ama bazı söylediklerine katılmıyorum.” Durum gerçekten böyle olsa hiç sorun değil ama olmadığını yukarıda anlatmaya çalıştığım, bir yazıda, hatta kitapta özetlemem imkansız nedenlerle biliyorum. Bu cümlenin kurulduğu her yerde bana katıldıkları ve katılmadıkları yeri söylemelerini rica ederek bu ikisinin neden birbirine bağlı olduğunu, biri olmadan diğerinin de olamayacağını çok uzun şekilde anlatmam gerek, bunu da yapmaya her zaman hazırım, hatta hep yaptım. Kitap çıktıktan sonra Instagram’da, Twitter’da, YouTube’da sürekli bir şeyler anlatmamın nedeni buydu, bunları okuyanlar, dinleyenler bu cümlenin neden mümkün olamayacağını kolayca görebilirler. “Bazı söylediklerine katılıyorum ama bazı söylediklerine katılmıyorum.” bir iç rahatlatma cümlesi. Yüzlerce yıllık düşünce kalıbından bir anda sıyrılamamak son derece normal, bunu zaten beklemiyorum, ama bu cümleye sığınıldığında söylediğim her şeyin boşa gittiğini düşünüyorum. Konuştuğum konulardaki birikimimiz çok zayıf, maalesef bu ülkedeki birçok “uzman”ın da birikimi çok zayıf; İyi Aile Yoktur sonrasında yaşadıklarım bana bunu gösterdi.
Konuştuğum konulardaki data artık çok açık. İyi Aile Yoktur’da anlatmaya çalıştığım şeyin tartışılmaz bir gerçek olduğunu nörolojik ve başka çalışmalar uzun zaman önce ortaya koydu, veriler her geçen gün artıyor. Sorun, bu konudaki veriler çok açık olduğu halde tabuların öyle kolay yıkılamaması; o veriler bir yandan hayatımıza sızarken onlarla açık şekilde çelişen yerleşik söylemlerin de bir yandan devam etmesi, çoğunluğun bu çelişkinin farkında bile olmaması. İyi Aile Yoktur’da söylediğim şeylerin hiç de aşırı, abartılı olmadığı, gerçeğin ta kendisi olduğu bir gün anlaşılacak. Bu kitapta göstermeye çalıştığım yere doğru gitmememiz imkansız. Bu yazıyı tarihçiler için de yazıyorum. Bundan belki 50, 100 yıl sonra şahsıma ve kitabıma ne kadar çok haksızlık edildiğinin aşikar olacağını iddia ediyorum. Teknoloji de kullanılarak, kitabımın nasıl yağmalandığı ve halkın şahsım hakkında nasıl manipüle edildiği, kitabın tezlerinin anlaşılmasının elbirliğiyle nasıl engellendiği açıkça görülebilir. Kitleleri bana karşı kışkırtmak için türlü oyunlar deneyerek hayatımı cehenneme çevirenler, benden en çok faydalananlar, ömür boyu süren emeğimi, uğraşımı, acımı paraya, şöhrete, saygınlığa çevirenler. “Bazı söylediklerine katılıyorum ama bazı söylediklerine katılmıyorum.” diyen kişi, nasıl bir oyuna alet olduğunun, insanların gerçeği görmelerini nasıl engellediğinin, çocukların ve çocukluğun acılarını neden ve nasıl daha da görünmez hale getirdiğinin, bizi bu söylemle en az 10-20 yıl geri götürdüğünün farkında değil.
Yazdıklarım canlıdır. Metinlerim gerçekten özgün, yaratıcı metinler oldukları için insanların içindeki yaratıcılığı da uyandırırlar. Okur kitaplarımı okuduğunda içinde bir kıpırdanma duyar. Yaratıcılığın uyanmasına dair bir kıpırdanmadır bu. O canlılığı hissettiği için içinde kıpırdanan sözleri paylaşmak ister. Ancak neredeyse herkesin yaptığı, aynı cümleleri söylemek ya da onu başka sözcüklerle söylemek oldu. İçlerinde kıpırdayan şey kendi birikimleriyle birleşemediğinde böyle oluyor maalesef; yaratıcılığın devamı gelemiyor, taklitle sınırlı kalıyor uyanmaya başlamış şey, uyanmadan ölmüş de oluyor sadece. Bu kişiler daha önce o yaratıcılığı hissedemedikleri için o kıpırdanmayı kendi yaratıcılıkları zannedebiliyorlar. Alanım yaratıcılık psikolojisi; İyi Aile Yoktur dahil bütün kitaplarımın amacı, insanların içlerindeki yaratıcılık/çocuk ile bağ kurmalarıdır. Bu yöntem, yaratıcı olmalarını desteklemiyor, engelliyor.
Önce pasif okur oluruz. Yani okuduğumuz metin karşısında pasifizdir, onu alır ya da almayız, onu bir şeye dönüştürme maharetimiz yoktur henüz, metni değerlendirme konusunda da pasifizdir, biri metin ya da metnin işlediği konu hakkında bir şey söylese kolay inanırız. Uzun yıllar okuduktan, düşündükten, acı çektikten, acı dahil o konudaki hislerimizi tahlil ettikten, dönüştürdükten sonra yavaş yavaş yaratıcı okur da olmaya başlarız. Yaratıcı okur olmak bir çeşit yetkinliktir; yaratıcı okur olduğumuzda okuduğumuz metni “kullanabilmeye” başlarız. Metin bize kendisinde olmayan düşünceler ilham eder. Ama metnin ne söylediğini, bizim metinden ayrı olarak ne söylediğimizi ayırt ederiz.
İyi Aile Yoktur ve başka kitaplarımda yazdığım konular, yetkin ve yaratıcı olduğum konular. Yetkinlik ve yaratıcılık, aynı zamanda özgünlük demek. Özgünlük benim için aşırı derecede önemli; özgün olmadığım bir konuda asla kalem oynatmadım bugüne kadar. Okuduğum bir metinde hangi cümlelerin benden olduğunu çok net görebiliyorum bahsettiğim yetkinlik nedeniyle. Bu taklit metinlerin arkalarının ne kadar boş, yetersiz olduğunu da net görebiliyorum. Ben taklit edilmek istemiyorum. Beni taklit ederseniz anlayamazsınız, kendinizi de tanıyamaz, anlayamazsınız, bu kitapta ve başka yerlerde ne anlatmaya çalıştığım içinize işleyemez, bir gün onu “kullanabilecek” hale gelemezsiniz. Ben sizin daha çok kendiniz olmanızı istiyorum, buna yardımcı olmayı hedefliyorum. Yaratıcı olmanız için, yani kendiniz olmanız için, kitaplarım, söylemlerim harika vasıtalardır, elinizden tutar, içinizde olan şeye çağrıda bulunurlar. İyi Aile Yoktur’da anlattığım sorun, bir yaratıcılık sorunudur, aslında yaratıcılık psikolojisinin konusudur. Çocuklara olması gerektiği gibi davransaydık herkes kendisini yaratabilecekti; bu, tahminimizden çok daha temel bir mesele.
Yaşanmışlıktan gelmeyen bir teori etkili olamaz. Çocukluk, hepimizin tecrübesi, hepimizin acısı. Ama okuyarak, kendi acılarınız üzerine düşünerek ve onları dönüştürerek, benimkilerden farklı metinler/söylemler üretmeye başlayabilirsiniz. Temel konu çocukluk olsa da üst konular farklı olacaktır. Farklı düşünceler, farklı ifadeler biçiminde ortaya çıkarlar, ama farklı ifadenizin altı da benimkilerden farklı olacak. Bu konuda size her türlü desteği vermeye hazırım, hatta veriyorum; yeter ki siz bunu görebilin. O zaman beni, bir başkasını kendi ürettiğiniz söylem içinde “kullanabilir”, onu söyleminize yedirebilir, yine de başka bir metin/söylem yaratabilirsiniz. Bunu henüz yapamayanlar, bana açık şekilde referans vererek düşüncelerimi paylaşmakta tabii ki yine özgürler.
Çok sayıda örnekten birkaçını vereceğim sadece. Masumlar Apartmanı dizisinde psikiyatrist, iki kız kardeşi yan yana oturtuyor ve İyi Aile Yoktur’dan bir paragrafımı kendi cümleleriymiş gibi onlara söylüyor. (Bu, dizide cümlelerimin psikiyatrist tarafından kullanıldığı tek yer değil.) Bu “bilirkişi”, “uzman” tavrına, kendi cümlelerimin “bilge” kişilere ait olarak bu formda söylenmesine karşıyım; bu “uzman” yanılgısının neden ve nasıl yanlış, zararlı olduğunu ayrı bir kitap serisiyle anlatacağım. Bunu doğru şekilde yapmak isteyen için birçok yol var, isteyen kendi yöntemini kendi yapımı içinde yaratıyor. Caner Özyurtlu’nın Ayak İşleri dizisinde oyuncu Çağlar Çorumlu’ya İyi Aile Yoktur’dan cümlelerimi bana referans vererek okutması, bunu doğru şekilde yapmanın bir örneği mesela. O zaman bu cümleler bilirkişi edasıyla, yukarıdan söylenmiş olmuyor; gerçeğin hakkını teslim ediyor böyle yapımlar ve izleyenler kendi gerçekliklerini o gerçeklik üzerinden yaratma hakkından, kaynağa ulaşma ve onu yeniden istedikleri gibi üretme ya da üretmeme haklarından mahrum edilmiş olmuyorlar.
Şahsım ve kitaplarım hakkındaki yalanlar, şahsımdan ve kitaplarımdan daha ünlü, daha etkili. Söylemlerim yağmalandığı için ne söylediğim görünmüyor, anlatmak için uğraş verdiğim çok önemli şeyler Türkiye’ye ulaşamıyor, Türkiye beni “kullanamıyor” (Bu “kullanma”, olumsuz bir şey değil, Winnicott’ın bir terimi.). Arkamda hiç kimse yok, network’üm, ilişkilerim, söylediklerimin gücünden başka bir gücüm yok; maddi güce, network’e, önemli pozisyonlardaki insanlarla ilişkilere sahip insanlar, para vererek ve başka şekillerde şahsım ve kitabım hakkında yanlış bir algı inşa ettiler. Karalama kampanyalarına en tahmin etmediğim, etmeyeceğim isimler katıldı, birleşerek hareket ettiler. Türkiye’de psikoloji deyince ilk akla gelen isim olan, yediden yetmişe herkesin sevdiği, saydığı, güvendiği, tonton olmasa da tonton dedesi gibi gördüğü merhum ünlü psikolog 11 Kasım 2019 Pazartesi akşamı o zamanlar 3,5 milyondan fazla takipçisinin olduğu Instagram’da hakkımda yalanlarla dolu bir yazı paylaştığında, “Nerede olsa tanırım burada anlatılan kişiyi. Nihan Kaya’dan bahsediyor.” diyen yorumları like ettiğinde şok oldum mesela. Bu kişinin sonraki paylaşımlarında benim cümlelerimi net şekilde görebilirsiniz. Yani hakkımda söylenenlere bu kişiye çok güvendikleri için inanan kitle, arkasından da cümlelerimi o kişiye ait sözler olarak tanıdı, benimsedi. Joker’i izlemiştik o günlerde. Bir arkadaşım demişti ki, “Murray bu işte…”. Her toplumda Murray karakterleri var, herkes onları çok seviyor. Herkesin en güvendiği isimler arka arkaya kitleleri böyle kışkırtırken ben kendi gerçekliğimi nasıl inşa edebilirim? Kimsenin görmediği biçimlerde çok daha fazlası yapıldı üstelik. Kimsenin bilmediği çok şey yaşadım.
“Böyle söylüyor/yapıyor.” diyerek yalan söyledikleri her yerde, bir kişinin çıkıp da “Yoo, öyle söylemiyor, böyle söylüyor.” dediği her yerde kişiyi “mürit” olmakla suçladılar. İnsanlar beni savunmaktan, daha doğrusu gerçeği savunmaktan, gerçekte ne söylediğimi ifade etmekten o kadar korkutuldular, öyle şiddetli bir mekanizmayla aşağılandılar ve sindirildiler ki söylediğim bir şeyi anlatmak için söze “Hayranı değilim, ama …”, “Her söylediğine katılmıyorum, ama …” demeden başlayamaz oldular. Benim söylediğimi (benden çalarak) bir başkası söylediğinde doğrudan, korkmadan “Evet, o böyle söylüyor.” diye anlatmakta hiçbir sakınca görmediler ama; bu şekilde davranmalarının sadece bana değil, Türk toplumuna ne kadar büyük bir zarar verdiğini düşünemediler.
Bir gün bir radyo programına davet edildim, çok dinlenen bir radyo programıydı bu. Önceden bakmak için radyo programını açtım; programı yapan kişinin onu dinlediğim altı dakika boyunca söylediği her cümle istisnasız şekilde İyi Toplum Yoktur’dandı. Hiç rahatsız olmadım, “Aa demek İyi Toplum Yoktur’u okumuş, ne güzel.” diyerek kapattım yayını. (Bu cümlelerin daha önce Türkçe’de hiç kurulmadığını çok iyi biliyorum. Şu an herkesin ağzındalar.) Programa katıldığımda bu kişi yine İyi Toplum Yoktur’dan cümleler söyledi, ancak cümlelerin bana ait olduğunu bilmiyordu, sonradan anladım ki kitabı da okumamıştı. Beni haksız şekilde eleştirmese bu yaptığı canımı yakmayacaktı; ama kısaca açıklama yaptığım halde, beni tanımadığı, anlamadığı için ısrarla yinelediği şeyler, kitabımı okusa, beni anlasa söylemeyeceği şeylerdi. İşte buna çok kırılıyorum, çünkü herkes elbirliğiyle böyle davrandığında insanlara ulaşabilme, derdimi aktarabilme yolumu tıkamış oluyorlar. Bu kişi kötü niyetli değildi ama sonuç değişmiyor. Burada verdiğim örneği iletişim kurduğum hemen herkesle yaşıyorum.
İyi Aile Yoktur’un çıktığı günlerde bir gazeteciye röportaj vermiştim yüz yüze. Bana “Neden Alice Miller?” diye sordu. Heyecanla, yıllardır psikanaliz öğrencisi olduğumu, Alice Miller’ın diğer psikanalistlerden, takipçisi ve teorisyeni olduğum Winnicott’tan farkını, okuru önce onun metinlerine yönlendirmek için Alice Miller’ı özellikle seçtiğimi, yani bu yazıda söylediklerimi anlattım uzun uzun. Röportajın başlığı “Koşulsuz seven ve affeden ebeveyn değil, çocuktur.” olarak yayınlandı. Yayınlandığı gün biri, “Ne kadar güzel bir cümle,” dedi, başlık için. “Eee kaynağı Alice Miller, boru mu?” diye karşılık verdi röportajı yapan gazeteci.
Alice Miller’ın böyle bir cümlesi olmadığını söylemek isterim. Olsaydı onu tırnak içinde ve açık şekilde Alice Miller’a ait olarak yazacağımdan emin olabilirsiniz.
Kitaplarımda, videolarımda söylediklerim bir süre sonra sadece Türkçe değil diğer dillerde de Türkler tarafından tekrar edilmeye başlandı. Instagram’da çok izlendiği için önüme düşen kimi İngilizce videolar, bariz şekilde benim cümlelerimin çevirisiydi. “Psikoloji lisans mezunu değil, o nedenle artık paylaşımlarını like etmeyelim, sadece fotoğraf paylaşırsa like edelim.” diyen, psikoloji konusunda hiçbir paylaşım yapmamam gerektiğini söyleyen arkadaşlarının baskısı altında kalan psikoloji profesörü arkadaşlarımın bu videoları beğenmesi beni çok incitti. Benim hakkımdaki hırsızlıklar diğerlerinden farklı olarak her zaman çifte standartla karışık, bunun görülmesini isterim.
Sistematik kampanyalarla bana karşı üretilen düşmanlık öyle bir raddeye geldi ki bir süre sonra artık Türkiye’de yaşayamaz, sokaklarında güvenle yürüyemez hale geldim. 2021’de, eskiden yaşadığım Londra’ya geri döndüm. Eşim burada aşçı olarak çalışmaya başladı; kendimize sıfırdan yeni bir hayat kurduk. Fiziksel, ruhsal sağlığım, güvenliğim için ülkemden uzaklaşmak zorunda kalsam da aynı sorunların devamını burada da yaşıyorum. Bir örnek vereceğim. İngiliz arkadaşlarım, BBC’de çok ünlü bir Türk yazarın ilginç şeyler anlattığını söyleyerek bana bir link gönderdiler geçen ay. Televizyon seyretmiyorum, çok da yoğun çalışmaktaydım; linke bakmadım. Bir başka gece Instagram’da gezerken -ki Instagram’a gerçekten çok çok az vakit ayırıyorum, birçok şeyi hiç görmüyorum-, BBC’nin sayfasında o Türk yazarın konuşmasından kesilmiş bölüm karşıma çıktı, çok rağbet edilen bir paylaşım olduğu için. İzlediğim bölümün tamamı, İyi Aile Yoktur’dan bir paragrafın çevirisiydi. “Wow, çok ilginç!”, “Harika!” diyen yorumlar vardı altında, ama Türkiye’de olsa o yorumları almayacaktı muhtemelen, çünkü Türkiye’de orada yazdığım şeyler çoktan orta malı haline getirilmişti, Türklere ilginç gelmiyordu artık o paragraflar.
BBC, İngiltere’de çok izlenen bir kanal. O çok ünlü yazarın BBC’de İngilizce söylediği şeyleri ben henüz İngilizce’de söylemedim, yazmadım. Siz hoşunuza gittiği için, çarpıcı ve ilgi çekici olacağını bildiğiniz için söylediklerim içinden köpüğün köpüğünün köpüğünü seçip alıyorsunuz ama bunun diğer/eski sözlerinizle nasıl çeliştiğini, arkasında neler olduğunu göremiyorsunuz; bu yönteminiz size ün getirmek açısından işe yarasa da o sözlerin faydalı olabilmesini önlüyor. Geçen hafta Londra’da bir psikoloji etkinliğine katıldım. Türk olduğumu öğrenen bir akademisyen, BBC’de bir Türk yazarın çok ilginç şeyler anlattığını söyleyerek bana konuşmadan birkaç söz aktardı, bunları psikolojide nasıl işleyebileceğimizi söyledi. Sözlerin bana ait olduğunu, söylediği şeyi Türkçe’de zaten yaptığımı, İngilizce’de de yapacağımı söyleyemedim; bu inandırıcı görünmeyecekti.
Türkiye için karşılıksız çok şey yaptım. Karşılığında asla teşekkür beklemedim, beklemiyorum; hepsini seve seve yaptım, istediğim için yaptım, yine olsa yine yaparım. Anlatmaya çalıştığım şey, bu yaptığınızın tüm uğraşılarımı işe yaramaz hale getirdiği. Bunu kişisel bir yerden söylemiyorum sadece; bu ülkeye toplumsal katkıda bulunmayı çok istediğim için, bu önlendiği, imkansız hale getirildiği için isyan ediyorum.
Artık, 20 yıldır söylediğim bir şeyi söylerken “Hep söylediğim gibi”, “Şu kitabımda anlattığım gibi” benzeri ifadeler kullanmak zorunda kalıyorum. Aksi durumda kendi cümlelerimin hırsızı durumuna düşeceğim çünkü; “Eski kitaplarıma/söylemlerime bakarsanız burada onları bulabilirsiniz, bunları ilk ben söylemiştim ve açıklamaları da yine kitaplarımdadır fazlasını öğrenmek isterseniz.” demek bu. Bu sefer de “Hep söylediğim gibi” dediğim için eleştiriliyorum.
Herhangi bir cümleyi cımbızlayarak bir insanı (sözde) eleştirmek çok kolay. Winnicott’ın en ünlü cümlelerinden biri “Bebek diye bir şey yoktur.”. Özgün olan herkes az veya çok eksantriktir, o eksantriklikleri içinden bize ilk başta tuhaf gelebilir sözleri, ama hoşumuza gitsin ya da gitmesin kendi içlerinde değerlendirilmeleri gerekir. Eğer bu cümle cımbızlanarak Winnicott’la alay etmek için kullanılsaydı, Winnicott’tan bahsedilen her yerde bu cümle ortaya atılarak Winnicott’a söylemediği, düşünmediği, yapmadığı şeyler atfedilseydi, kitlelere Winnicott’ın kendi düşünceleri değil de bu alaylar ulaşsaydı, Winnicott İngiliz toplumuna nasıl faydalı olabilirdi? İngiliz toplumu ve psikanalizi Winnicott’ı “kullanabiliyorsa” eğer bugün, bunun nedeni bu şekilde davranmamış olmalarıdır.
“İyi aile yoktur” bir “iyi aile” tanımı, bunu kitabın içinde söylüyorum, hatta kitabın içinde birçok iyi aile tanımı yapıyorum. İlk kez 2010’da Twitter’da yazdığım “İyi aile yoktur. Ya da paradoks şu ki iyi aile, ‘İyi aile yoktur’ düsturuyla hareket edebilen ailedir.” cümlelerini ilk baskıdan itibaren kitabın kapağına yerleştirdik; kitabın maksadı bundan daha açık şekilde nasıl anlatılabilir? Buna rağmen, altındaki açıklama hiç görünmüyormuş gibi “İyi aile yoktur” cümlesiyle alaya devam edildi.
Kitabın ismini kullanarak kitaba iftira atmak çok kolay. Mesele şu ki bu cümlenin “Mükemmel aile yoktur” değil “İyi aile yoktur” olması gerekiyor. “Mükemmel aile yoktur” herkesin istisnasız katılacağı bir cümle, bizde hiçbir farkındalık uyandırmayan bir cümle, söylemenin pek de bir anlam ortaya koymadığı, değişiklik yaratmadığı bir cümle. Gerçeği ifade etmenin tek yolu “İyi aile yoktur” diyebilmek ve bunu korkmadan, suçluluk duymadan, bunun öfkeli ya da tepkisel bir cümle olmadığını anlayarak söyleyebilmek bence. Kurtuluşumuzun bu cümlede olduğuna inanıyorum, bunun için mücadele ediyorum.
İyi Aile Yoktur hakkında (sözde) eleştiri yazısı yazan, video çekenlerin ciddi bir yüzdesinin kitabı hiç okumadığı çok belliydi. Bir başka ciddi yüzdenin de kitabı yarıda bıraktığı. Bunu yapanlara değil, onlara inananlara, bu açık gerçeği göremeyenlere, kitabın gerçeğini kitaba bir türlü teslim edemeyenlere, yani kitabın gerçekliğini herkesle birlikte farkında olarak ya da olmayarak tahrif edenlere kırgınım. Ayrıca bana ve kitaba karşı en çok başvurulan “ad hominem”, sadece safsata değil bir istismar biçimi ve bir söyleme “karşılık” verilemediği için başvurulan bir yöntem. Fikre fikirle karşılık verilir; İyi Aile Yoktur’daki hiçbir fikre hiçbir karşılık gelmedi.
İyi Aile Yoktur, anne-babaları eleştirmek için yazılmış bir kitap değil, kitabı okuyan ve anlayan birinin bunu görmesini beklerim. Kendim de ömrümde hiçbir anneyi, babayı eleştirmiş değilim; bu da hakkımda ortaya atılan çok sayıda yalandan biri. Ben zaten anne-babaları eleştiremediğim için kitap yazıyorum. Kitabı böyle algıladıysanız ara vermenizi ve sonra kitabı yeniden okumayı denemenizi isterim, çünkü kitabın tonunu anlamayan birinin içindeki söylemleri de anlayabileceğini zannetmiyorum. İyi Aile Yoktur, öfkeli değil şefkatli bir tonla yazılmıştır; tepkisel değil açıklayıcıdır, kucaklayıcıdır, hepimizin içindeki acılara sarılır; kitabın gerçek tonunu duyabilmeye başladığınızda kitap da “kullanabileceğiniz” bir nesne haline gelecek. (Öfke tek başına sorunlu bir duygu değil tabii ki ama “kullanma” öfke ile bir arada işleyemiyor. “Kullanma” sürecini bir başka gün anlatmalıyım.)
Kitapta bazen günlük hayatta çocuklara karşı şahit olduğum, sesimi çıkaramadığım durumları anlatırım ve sonra “Bakın, burada olan şu,” diyerek bu insanlara hitaben konuşurum, okuru da sohbetin içine alarak; ama bu kısımlar o kişilerin davranışlarını anlattığım yerlerin devamıdır, tonum buralarda da öfkeli değildir, açıklayıcıdır. Bir çocuğa kötü davranıldığına şahit olduğumda -ki her zaman oluyorum- sesini çıkarabilen biri değilim. Bu sadece pısırık bir insan olmamdan kaynaklanmıyor. Bunu yapabilecek cesarete sahip olsaydım bile -ki asla değilim, kendim de ömür boyu zorbalık gördüm ve görüyorum- davranışının neden yanlış olduğunu bu kişiye birkaç dakika içinde anlatabilmem imkansızdır. Çocuğa kötü davranan kişinin beni savunmaya geçmeden, onu suçladığımı düşünmeden, karşısında değil yanında olduğumu fark ederek, ona çocuklukla ilgili bir gerçeği duyurmak için anlattığımı anlayabilmesi için yapabileceğim tek şey uzun bir metin yazmak olduğundan yazdım bu kitabı. Amacım, çocukluğun zannettiğimiz şey olmadığını göstermektir. Anne-babaları eleştirmediğimi yüzlerce kez ifade etmeme, tekrar tekrar açıklamama rağmen hâlâ bununla suçlanmamı, son derece iyi niyetli, içten açıklamalarımla böyle hunharca alay edilmesini artık iyi niyetli bulamıyorum. Çocukla ve çocuklukla ilgili kanılarımızın neden ve nasıl yanlış olduğunun açıkça gösterilmesi, anlatılması gerekir. Bu hepimizin insanlık görevidir, bir suç değildir. Hele alay edilecek bir şey, hiç değildir.
Kitap hakkında konuşmak için beni çağıran bir grupta “Başlıklar ilgi çekmek için abartılı seçilmiş.” denildiğinde şok olmuştum. Başlıkları ben seçtim; hiçbirinin abartılı olmadığına, tersine her birinin çıplak gerçeğin bizzat kendisi olduğuna yürekten inanıyorum. İyi Aile Yoktur’da anlattıklarım, örtük şekilde nöropsikolojide, nesne ilişkileri ekolünde, başka birçok yerde var, ama gerçek böyle direkt, çıplak şekilde ifade edilmiyor çoğu yerde maalesef, ben gerçeğin bu şekilde, eğip bükmeden ifade edilmesi gerektiğine, bunun çok önemli olduğuna, zaten gerçek açık şekilde ifade edilmediği için bu halde olduğumuza ve böyle bir dünyada yaşadığımıza inanıyorum. Söylemlerimin bize “şiddetli” gelmesi normal; o zaman metinden geçici olarak çekilmeli, kendimizi zorlamaya çalışmamalıyız. Hissettiğiniz duygular nedeniyle bana saldırmanız ise meşru değil. “Madem yazıyorsunuz, o zaman bunlara da katlanacaksınız.” yaklaşımının “Mini etek giydiği için tacize uğradı.” sözünden hiçbir farkı yok; bu yaklaşımın ne kadar büyük bir safsata ve tacizin devamı, bir parçası olduğu da bir gün anlaşılacak. Yazar olmam, kişilik haklarımın sizinkilerden daha az korunması gerektiği anlamına gelmiyor, beni sizden daha güçlü, daha sarsılmaz, daha duygusuz bir pozisyona sokmuyor. Ne okur ayrıcalıklı bir yerde ne de yazar sizden başka bir insan. Zihninizde yarattığınız Nihan Kaya’dan ben mesul değilim. Kitap yayınlamak bana bir zırh giydirmedi; yirmi yaşında nasıl aciz, korunmasız, yalnız, derisi ince bir insansam yine aynı aciz, korunmasız, yalnız, derisi ince insanım.
İyi Aile Yoktur’un değerinin bir gün anlaşılacağını düşünüyorum. O günü görebilecek miyim bilmiyorum ama maruz kaldığım bu muamelenin acımasızlığı, Türkiye’nin bir araya gelerek bana yaptığı haksızlığın ne kadar büyük olduğu bir gün aşikar olacak, buna yürekten inanıyorum, hatta inanmakla kalmıyor, bunu biliyorum. Genç nesil bunu görecek. Bugün için çok kırgınım, çok küskünüm; bu dönüşüm sürecinde kimin nasıl davrandığı da tarihin bir parçası olacak. Fiziksel ve ruhsal olarak ne kadar kötü durumda olduğumu açıkça paylaştığım, herkesin anlayışını tekrar tekrar rica ettiğim, gördüğüm onca kötülüğe rağmen asla kötülükle karşılık vermediğim apaçık olduğu halde acımla yıllar boyu nasıl alay edildiğini asla unutmadım ve unutmayacağım; o gün geldiğinde genç neslin de anne-babalarının bana yaptıklarını unutmamasını, kırgın olduğumu bilmesini isterim.
İngilizce’de “primary traumatizer” adı verilen bir ifade var, “bizi travmatize eden ana kişi” diye çevirebiliriz belki. Benim “primary traumatizer”ım annemle babam değil. Bu, annemle babamın işlerin bu hale gelmesindeki, her anne-babanın çocuğun psikolojisini şekillendirmekteki tartışmasız rolünü göremeyeceğim, yorumlayamayacağım anlamına gelmiyor tabii ki. Çocukluk herkesin meselesiyken bunu benim kişisel meselemmiş gibi lanse etmenin, anne-babamla ilgili yakışıksız şeyler yazma hakkını, hatta gidip kendilerini rahatsız etme hakkını, hiç bilmediğiniz hayat hikayemi uydurup paylaşma hakkını kendinizde görmenizin kabul edilemez olduğunu da bilmenizi isterim. Sizin için anne-babanız ne kadar değerliyse, benim için de öyle. Derdimin anne-babalarla ya da kendi anne-babamla olduğu zannedildiyse, yanlış anlaşılmışım demektir. Derdim kültürle, istisnasız her birimizin mağduru olduğu soyut bir düşünce iledir. Bunu çok kez açıkça ve örneklerle yazdım.
Yine aynı şekilde, ömrümde “Şöyle yaparsanız çocuğu istismar edersiniz.” minvalinde bir cümle kurmadım, kurmam; çünkü istismar çocuğa/kişiye bakılarak söylenebilecek bir şey. Bu şekilde, yani eylemler üzerinden istismar tanımı yapamayız. Bu da anne-babaları eleştirdiğim yalanını uydurup yaygınlaştıranların bana attığı çok sayıda iftiradan biri. Kitabı okumayanlar, bu yalanları birbirlerinden alıp kitabı okumuş gibi video çekiyor ya da yazı yazıyorlar. “İyi Aile Yoktur sert mi? Anne-babaları eleştiriyor mu?” gibi soruların cevabını da kitabın içinde vermiştim nitekim.
Katlimin vacip olduğu yazıldı, ölüm tehditleri aldım, “İslam düşmanı” olarak lanse edildim. Kırgınlık ve Sonrası başına eklediğim yazı, bunun ne kadar mesnetsiz bir iddia olduğu hakkında az da olsa fikir verebilir belki. Anne-baba meselesinde olduğu gibi, ben İslam’ı değil, kültürü ve geleneği eleştiriyorum. Çok az insanın okuduğu kadar çok okudum İslam hakkında, farklı yaklaşımları ve düşünce tarihini ortalama bir Müslüman’dan daha iyi biliyorum. “Bilmediğiniz için böyle yazmışsınız.” diyen, toplamda üç bin civarında “öğretici” e-posta/mesaj aldım bugüne kadar, hakaretler haricinde. Bilmediğimi, düşünemediğimi varsayarak bana gönderdiğiniz şeyleri biliyorum ancak bir kitapta anlatılabilecek kadar kısa olmayan nedenlerle kabul etmiyorum. İyi Aile Yoktur ve diğer kitaplarım bana, Türkiye’nin İslam tarihindeki tartışmalardan, yorumlardan ne derece habersiz olduğunu gösterdi. Bilmediğimi varsayarak bana ısrarla her yerde ezberletilen ana akım düşünceyi iletmeniz “taciz”; artık buna son vermenizi rica ediyorum. Kimse hiçbir şeye sizin inandığınız gibi inanmak zorunda değil; bu konudaki tartışmalar size lanse edildiği gibi tek boyutlu değil. İyi Aile Yoktur’da söylediklerimi birçok kaynak ile, birçok ilahiyatçı söylemi ile destekleyebilirim; ama bu, konuyu başka yere taşımak olur, çünkü İyi Aile Yoktur’un ya da bir başka kitabımın konusu İslam değil. Yüzlerce yıl önce dönen tartışmalar bugünkü ortamdan daha açık fikirli. Kimseyi kendi zihninizin, bilginizin sınırları nedeniyle bu şekilde yargılayıp düşmanlaştırmaya hakkınız yok; zihninizdeki Tanrı düşüncesi Tanrı’nın kendisi değil, arkanıza o kişisel düşüncenizi alıp kişileri linç etme ve ettirme, haklarında yalan bilgi yayma hakkınız yok. Hallac-ı Mansur’u öldüren zihniyetle aynı zihniyet bu.
Sonuç
Bu kitaba, kitabı bitirdikten sonra birçok alıntı yerleştirdim. Bunun, yazıda bahsettiğim dışında, önemli bir nedeni daha vardı. Ne söylesem “Biz sizi niye ciddiye alalım ki? Sizin ne düşündüğünüzün ne önemi var?” deniyordu. Ciddiye alınabilecek uzmanların cümleleri arasından seçim yaptım ben de. “Beni ciddiye almıyorsanız bu sorun değil. Bakın, böyle diyen ve kitaplarında fazlasını bulabileceğiniz isimler var; benim yerime onları dikkate alın o zaman.” diyordum. (Bu, tüm iyi niyetimle ve saflığımla, hiç incinmeden insanlara karşı hep kurmuş olduğum bir cümle. Asla sitem değil.) Ancak aynı kişiler, bu uzmanların cümlelerini değil benim cümlelerimi kendilerininmiş gibi kullandılar, üstelik cümlelerin bana ait olduğu gerçeğini yalanlayarak, bir yandan da alıntıların çokluğundan şikayet ederek, kitaba “çalıntı”, “intihal” diye iftira atarak, bu iftirayı yaygınlaştırarak. (Alıntıdan dolayı böyle bir iftiraya ömrümde ilk kez rastlıyorum.)
“Alıntılardan dolayı kitabı okuyamıyoruz.” diyenlere “Alıntıları atlayın o zaman okurken.” diyordum ama nedense buna da yanaşılmıyordu. Hem bir şey yapmayıp hem de şikayet etme, kurban psikolojisiyle metne boyun eğme, sonra da sızlanma, bu kitapta anlattığım “ana-babaya itaat etme”, yetişkin olamama, yani yetişkin olduğu halde hâlâ inisiyatif kullanamama durumu aslında.
Kitaptaki alıntılar hiçbir zaman abartıldığı kadar çok değildi. Örneğin affetme bölümünde gerçekten de çok alıntı kullandım, birkaç bölümde de öyle. Bu, bilinçli bir tercihti, bu bölümlerin konusuyla ilgili bir tercihti ve kitabın sonlarındaki kısımlara aitti. Videolarla affetme bölümündeki sayfaları gösterip tüm kitap öyleymiş gibi “Bakın, tüm kitap alıntı. Kendisine ait hiç cümle yok.” diyorlardı. Birçok kişi, tüm kitabın gerçekten de alıntılardan oluştuğuna inandığını söyledi kitabı okumadan önce. Affetme gibi bölümlerde de benim cümlelerimi kullanıyorlardı oysa, çok daha yoğun şekilde yer tutan alıntılar yerine.
Kitap benim kitabım, cümleler benim cümlelerim, alıntılar benim alıntılarım. Alıntıları yerleştirdiğim gibi dileğimce çıkarma tasarrufuna da sahibim. Bu baskıda alıntıları nispeten azalttım. Bahsettiğim yazarlar artık daha çok biliniyor; benim desteğime ihtiyaçları kalmadı. Artık çevrilmiş, baskısı bulunan bu kitaplara isteyen erişebilir; 2018’deki sıkıntı bugün yok.
Her cümledeki tek amacım çocuklukla ilgili soyut bir şeyi göstermekti, kitabı sadece bunu düşünerek planladım, kendimi o ya da bu şekilde göstermek, yani nasıl görüneceğim sorusu aklıma bile gelmedi kitabı yazarken. “Niye ağırlıklı olarak sadece birkaç yazar var?” gibi ısrarlı soruları, bu bakış açısını gerçekten anlayamıyorum, bu sorunun cevabını kitap içinde yazmışken üstelik. Beni biraz tanımış herkes, kitabı istesem çok başka şekillerde de yazabileceğimi tahmin eder sanıyorum; ama amaç çocuklukla ilgili bir şeyin anlaşılmasıysa eğer, bahsettiğiniz yöntemler bugünün dünyasında bana yanlış geldi ve geliyor. Sizi bu kadar rahatsız ediyorsa, okumanızı zorlaştırıyorsa alıntıları tamamen çıkarmakta ya da azaltmakta sorun görmüyorum ama bu kitapta bahsettiğim, özellikle de sık bahsettiğim kitaplara gitmenizi, onları baştan sonra okumanızı çok isterim. Bu bir akademik tez değil, bir şeyi ispatlama uğraşı değil. Bu, bana göre dünyadaki en acil konu, her insanın da en acil şahsi meselesi için yoldan geçen insanları durdurup “Lütfen bir düşünün.” çağrısı ve zihninde ışık yanan birkaç kişi olursa onları ilk etapta daha güvenli ellere gönderme denemesi. O kitaplar iyi anlaşılırsa sonra gidebilecekleri metinlerdeki çocuk düşmanlığını daha net seçebilirler çünkü. Young-Bruehl’un İyi Aile Yoktur’dan sonra çevrilen Çocuk Düşmanlığı gibi kitapları çok önemli ve faydalı olsa da kendi çocukluğumuzun acısını anlamak için yine de ikinci planda geliyor bana. Derdimi anlayan birinin, İyi Aile Yoktur’u neden bu şekilde yazdığımı da anlayacağına, bu yönteme hak vereceğine inanıyorum. İyi Aile Yoktur böyle karalanırken taklitlerinin bu kadar hararetle kabul görmesi, bana çocukluk konusunun anlaşılmadığını ve uzun zaman da anlaşılmayacağını düşündürüyor.
İyi Şeyler
Yazım olumsuz şeylere daha çok odaklandığı için özür diliyorum; yazıyı bitirmeden önce iyi şeylerden de bahsetmem gerek.
Kitabımı okuyan, anlayan, anlamak için çaba sarf eden herkese çok teşekkür ediyorum. İyi Aile Yoktur, hiç reklam yapılmadığı ve olumsuz propagandalar dört yandan devam ettiği halde okundu, paylaşıldı, İyi Aile Yoktur’u hiçbir çıkarı olmadığı halde destekleyen çok sayıda insan olmasa onu anlayan ya da anlamak isteyen bir kitleye de ulaşamazdı. Bu insanlar sayesinde hayatıma devam edebildim, her birine gerçekten minnet borçluyum. Kitabımı destekleyen psikolog, psikiyatrist, ruh sağlığı uzmanlarının katkısı büyük; çocukluğun acılarına en çok şahit olan insanların desteği, söylemleri, pratikleri olmadan bu dönüşüm gerçekleşemezdi, gerçekleşemez.
Okurlardan aldığım mektupları paylaşmayan biriyim. En az binlerce güzel mektup aldık, bunlar bana ve eşime büyük umut verdi. Toplamda kaç kişiden “Çocuğumuza bizden biri gibi davranmaya başladık ve çocuğumuz adeta bir meleğe dönüştü. Yıllardır boşuna eziyet eziyormuşuz çocuğumuza ve kendimize.” diyen mektuplar aldık bilmiyorum, çok zor günlerimde hep bu haberlerin güzelliğinden güç aldım. İyi Aile Yoktur, doğru okunabilirse eğer, ebeveynin üzerinden o gereksiz yükü kaldıran bir kitap. Kendimize boşu boşuna işkence ediyoruz çocukları “eğiteceğiz” diye. Kişiler çocuklara ya da çocuklarına insan gibi davranmayı bir süre deneyebilir ve çocuktaki mucizevi değişimi kendileri görebilirler. Kendimize, çocuğumuza bu şansı vermemek için hiçbir nedenimiz yok. Denemek dünyanın sonu değil, hiçbir şey kaybetmeyiz, çocukla ilişkimizde gücün dünyada değil bizde olduğunu bu sayede fark edebiliriz ve bunu yaparken içimizdeki çocuk da bir yandan güçlenip rahatlar.
Bugün
Yeryüzünde kırgın bir çocuk kalmayana dek yazacağım; size verdiğim sözüm bakidir. Tüm kırgınlığımla, buradayım. Benden faydalanmak isteyen kimselere faydalı olmaya devam etmek istiyorum. Ömrüm, sağlığım yettiğince yazmaya, benden faydalanmak isteyenlere bir yolunu bulup ulaşmaya çalışmaya devam edeceğim. Yaşadığım tacizlerden dolayı Twitter hesabımı kapatmak zorunda kaldım, benzer nedenlerle Instagram hesabımda da maalesef artık pek paylaşım yapmıyorum ve iletişimimi sınırlandırmak zorunda kaldım, ama atölyelerim herkese açık, bir gün sağlığım elverirse YouTube gibi başka yollarla da daha çok şey paylaşmak istiyorum. Sadece benden faydalanmak isteyenlerle buluşacağım başka nasıl yöntemler bulunabilir bilmiyorum. Atölyeleri şu an okurlarla tek aktif iletişim kanalım olan Instagram’dan duyuruyorum. Soruları olan insanlar atölyelere her zaman katılabilirler. Atölyelere katılamasanız da onları sırayla kitaplaştırıyorum ve kitaplaştıracağım; yazmayı umduğum serinin isteyen herkese faydalı olmasını diliyorum. Anlatacağım çok şey var; henüz anlatmak istediklerimin çok az bir kısmını aktarabildim. Birçok bilgi, birçok kaynak, birçok fikrimi paylaşmak istiyorum. Bugün anlatmaya çalıştığım şey, bir gün çok açık olacak; biliyorum bunu. Bu doğal sürece çok daha iyi şekilde katkıda bulunabilirim, onu hızlandırabilirim; bunu yapmak istiyorum.
İyi Aile Yoktur’un tezlerini başka metinlerle çok daha açık şekilde, tane tane yeniden, yeniden, yeniden anlatacağım, konu anlaşılana kadar. Konuyu daha geniş şekilde yeni kitaplar halinde yazmak benim için bu kitaba bakmaktan çok daha kolay. O zaman çok sayıda ismi, kaynağı, teoriyi de açıklayabilirim; karmaşık olabileceği için bu kitapta hiç değinemediğim şeyleri herkesin anlayacağı bir şekle sokabilirim. İyi Aile Yoktur’u çok zorlukla da olsa bugün yeniden okuduğumda, asla öyle bir niyetim olmasa da hangi ifademin neden yanlış anlaşılmış olduğunu biraz görebiliyorum. (Bu konuda, “normal” insanlarla farklı algılara sahibiz. Yine de birçok insan beni/niyetimi görebildi; onlara çok müteşekkirim.) Maalesef bu kitap üzerinden çok travmatize edildiğim için bugün bu metni detaylı şekilde elden geçirebilecek, o ifadeleri değiştirebilecek psikolojik gücüm yok. Hiçbir cümlemin yanlış olduğunu da düşünmüyorum.
Kitaptaki alıntıları azaltmakla kalmadım, kitabın kimi bölümlerini de çıkardım. Bunun nedeni o bölümlerin yanlış olduğunu düşünmem değil, yanlış anlaşılmaktan dolayı çocukluk konusunun anlaşılmasına da halel getirmekten korkmamdır. O bölümleri başka zaman, daha uzun, daha yavaş, başka bir dille anlatacağım; derdimin o zaman duyulabileceğini, kimsenin düşmanı olmadığımın o zaman anlaşılmasını ummak isterim.
Her şeye rağmen benimle kaldığınız, buraya kadar beni okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Bunun benim için anlamı çok büyük. Sizin de sizi anlayanlarınız, en azından anlamak isteyenleriniz olsun. Birinin bizi anlamayı istemesi bile şifadır.
Nihan Kaya
Okuduğum en iyi kitaplardan biri. Devamını sabırsızlıkla bekliyorum.
Yaşım 31 ama ben Nihan kayayla yollarımız 26 yaşında keşişti bana şuan tekrar yaşımı sorsanız elbetteki 5 yaşındayım derim diyorumda kitapları öyle bende ki betonları kırdı döktü onardı ki bambaşka bir kişiye büründün iyiki de büründüm var olasın Nihan hanım siz hep yazın biz de hep okuyalım olur mu 🌸
Yazdığınız bütün cümlelere katılıyorum. Şimdiye kadar okuduğum bütün kitaplarınızdaki bütün cümlelerinize katılıyorum. Katılmadığımı hissettiğim her yerde benim yeterli derinlikte bilgim olmadığının farkındayım, dolayısıyla oralar benimle ilgili, benim meselelerim.
Yazdıklarınıza bu kadar saldırılmasının nedeninin derinden sarsıcı, tabuları alaşağı edici gerçeklerden bahsediyor, bunu yaparken de önceliğinizin anlaşılma olması sebebiyle açık yüreklilikle ve göğsünüzü gere gere bu kadar rahat bir şekilde karşılarında kırılgan olabilmenizden kaynaklanıyor olabileceğini hissediyorum. Yani okuyucunuz sizi okurken derdi hiç de güç gösterisi olmayan biri tarafından en derin, en silik yaralarına parmakla bastırılmış gibi hissediyor; kafasını kaldırınca karşında savunmaya geçmemiş, yalnızca hakikat derdinde olan birini bulduğunda da yaraya odaklanmak yerine o kelamları açık yüreklilikle eden kişiye can havliyle saldırıyor. Bir de intihale de bu kadar uğramanızın da tam da bu sebepten olduğunu düşünüyorum. Bu kadar derinlerdeki yaralara bastığınız parmaklar saldırıya geçenler için, hatta belki de en çok o saldırıya kalkışanlar için sonradan aydınlanma ve farkındalığa dönüşmüş olduğu için olduğunu düşünüyorum. Bu kadar içerden gelen, savunma mekanizmalarını tetikleyen bu hakikatlerin sonradan sindirilip içselleştirilmiş olduğunun kanıtı gibi adeta.
Hala bu ülkeye ve bu coğrafyaya bir şeyler anlatabilme umudunuzu yitirmemiş olmanız, hala kişisel gayelerden çok daha üstün bir hakikatin peşinde olduğunuzun göstergesi. ‘Yeryüzünde kırgın çocuk kalmayana kadar yazabilmek’ için doğru bildiğiniz şeyi insanlara ulaştırabilmek, çocukların daha az zarar görebilmesine yardımcı olmak gibi üstün bir gayeniz olmasa, bu kadar saldırının yıldırması işten bile değil. Çabanızı gönlümün en derinliklerinden takdir ediyorum. Aynı zamanda da bir yanım bu yapılanlardan dolayı buruk ve öfkeli. Size en çok saldırdıkları yerlerden kanat germek, o saldırganlarla savaşmak istiyor bir yanım ama biliyorum ki sizin esas meseleniz bu saldırılarla mücadele bile değil, çok daha esaslı ve sistematik yanlışları düzeltmek için mücadele ediyorsunuz.
Uluslararası camiada duyulmanızı ve takdir edilmenizi gönlümün en derinliklerinden, en haksızlıklara karşı tetiklenen yanlarımdan dolayı isterim. Kitaplarınızı İngilizce yazacak olmanızı duyduğumda çok sevinmiştim, sonunda değer vereceğini, çok faydalanacağını düşündüğüm insanlara kitaplarınızı hediye edebileceğimden ötürü. Burada on cilt olarak yazma planınızdan bahsedince ufak bir hüsran yaşadım, ama inşallah bir gün kitaplarınızın en azından çevirilerini edinebilme şansım olur.
Hak ettiğiniz yerlere gelmenizi canı gönülden, gönlümün en adalet isteyen yanlarıyla dilerim. Size saldırma itkisi duyanların bile sizden etkilenerek aydınlandığı, bu itkileriyke ilgili kendi içsel çalışmalarını yaptıkları bir dünya diliyorum.
Sevgili Nihan Hanım,
Sizi bu kitabınızla tanıdım. Sizi tanıdıktan sonra çok şey tanıdım, hayatımı tanıdım, bebeğimi tanıdım…
Maruz kaldığınız şeyleri okuduğumda sarsıldım. Etrafta herkese sizi anlatırken, tam tersi yönde bir algının da siz yıpratmasına çok üzüldüm, ama cesarette buldum. Demek ki bu toplumda iyi şeyler yapanlar bu tarz şeylere maruz kalıyor dedim. İyi bir yolda olduğum hissine kapıldım. Sayenizde kaybolan ümidim tazelendi. İyi ki varsınız. Ben sıradan bir okurum ve eminim yazdığınız çoğu şeyi anlayamadım. Anladıklarım için çok mutluyum anlayamadıklarımı her gün anlamak için sizi daha çok okuyorum. Er ya da geç sizi hak ettiğiniz şekilde göreceğimize inancım tam. Var olun ayağınıza taş değmesin.
İyi ki varsınız. İyi Aile Yoktur’dan sonra Alice Miller’in kitabını da alıp okuduğumu hatırlıyorum. O derinlik hissinin, o taa içime dokunan ve arka arkaya bazen suratımda patlayan gerçeklerin, onun değil, sizin yazdıklarınızda olduğunu hissettiğimi hatırlıyorum. Halbuki İyi Aile Yoktur’u okurken, bir de üzerine Alice Miller okursam çok daha derinleşeceğim hissine katılmıştım.
Kitaplarınızı elimden birakamadan okuyor ancak bittikten sonra kendime gelmek için uzaklaşmaya ihtiyaç duyuyorum. Son sözünüzü Okurken, kitabın eski hâline sahip olduğuma sevindim. Tekrar okumak istedim de… ama cesaret edebileceğimi zannetmiyorum. O kitap benim içime işledi. Bende tetiklediği anıları gözyaslarımla anlattığımı, paylaştığım sevgili kişiden çok dönüp de yine sizin yazdığınız sayfalara sığındığımı da hatırlıyorum. Yararı olur mu bilmiyorum. Paylaşmak istedim.
İyi ki varsınız. Teşekkür ederim.
Merhaba Sevgili Nihan Kaya, dün,.yetenek sınavına girecek olan oğluma ‘eğlenmene bak’ demeyi hiç aklıma getirememiştim, ta ki sizin duyana kadar, harikasınız.
Birkaç acımasız yorum okudum, lütfen aldırmayın, yürüyün, salının, durun, dinlenin, koşun, gönlünüzce, dimağınızca…
Kaleminize, yüreğinize sağlık.
Ben de size kitabımı imzalamak ve kargolamak isterim.
Benim kitabım da Okuyan Us’ta yayınlandı; Kıyamıyorum Derken…
Haftasonu seminerinize katılacağım, görüşmek üzere.
Çok sevgi ve iyilik dileklerimle,
Yadigar Işıldar
Yazıyı okudum . bahsi geçen kitapları sipariş ettim. 9 adet. Umarım daha iyi şeyler olur. teşekkürler.
Hayatımın en büyük çıkmazında Nihan Kaya ile tanıştım, tutunma yolculuğunda en keskin virajda Nihan Kaya ile dönüş yaptım. Hayatımdaki en ağır egosal savaşların olduğu yerde bir Nihan Kaya kitabım vardı. Benim için yaşanmış, düşünülmüş, tartışılmış, araştırılmış, kategorize edilmiş, tasniflenmiş,ciltlenmiş ve bana hitaben anlatılıyor. Her seferinde(her kitap,her sayfa, her cümle, her satır, kısaca Nihan Kaya’nın ağzından çıkan her kelime ile) hayatta geç kaldığım hikayeme büyük bir hızla yaklaşıyor/yakalıyor olmak! Tarifi imkansız bir duygu! Nihan hocanın dediği gibi yürümek insanı kendisine yaklaştırıyor(hem bedeni hem zihinsel/mental anlamında kullanıyor), benim içinde Nihan Kaya kitapları/atölyeleri beni kendime yaklaştıran bir yerdedir. Kendi ifade edebilmek, kendimi tanıyabilmenin eseridir: aile, toplum ve ben(bedenim,egom,ruhum) . Canım hocam varlığınız daim olsun; emeğiniz, bilginiz, geldiğiniz yol, paylaşımcı ruhunuz, sevginiz ve size ait olan herşeyle iyi ki varsınız, sizi bu güne taşıyan ve var eden tüm anılara sonsuz saygı ve şükran duyuyorum. Saygılar, hürmetler, sevgiler…
Nihan Hanim kitabinizi 3,4 yil önce okumustum. Suan hatirlayamiyorum , okurken hangi hislere kapildigimi da hatirlayamiyorum . Bu yüzden tekrar okumaya karar verdim.Insallah olmasi gerektigi gibi anlayabilirim. Buraya sunu söylemek istedigim icin yorum yaziyorum , sizi okurken her bir kelimenizden ve cümlenizden samimiyetinizi ve iyilestirme gayretinizi hissedebiliyorum. Tesekkürler ve umarim kendinizi daha iyi hissedersiniz . Sevgiler…