Nihan Kaya İyi Aile Yoktur’da kalıplaşmış ‘çocukluk dönemi’ anlayışını temelinden sarsmayı hedefliyor. Çocukluğun, nesillerdir, romantikleştirilmiş bir kavram olduğunu söyleyen yazar, çocukluğun sanılanın aksine mutsuz, çaresiz bir dönem olduğunu dile getiriyor.
İyi Aile Yoktur Nihan Kaya’nın 10. kitabı. Kitap için içimizdeki çocuğu tanıma kitabı diyebiliriz. İthaki’nin psikoloji serisinden çıkan İyi Aile Yoktur, sadece anne-babalar değil, kendisini daha iyi anlamak isteyen her yaşta insan için rehber niteliğinde Nihan Kaya’yı Türk okuru psikoloji içerikli romanlarından tanıyor aslında. Kaya’nın bunun dışında İngilizcede sanat ve edebiyat konulu birçok psikoloji metni yayınlandı. İngiltere’de Essex Üniversitesi’nde Psikanaliz yüksek lisansı yapan yazar, İrlanda, Londra gibi pek çok şehirde çocuk atölyeleri ve edebiyat seminerleri düzenliyor.
l Çocukluk özlemle anılır, iyi günler olarak tanımlanır…. Fakat siz aslında hayatımızın en kötü dönemi olduğunu söylüyorsunuz.
Çocukluğu özlemle anmamızın önemli bir nedeninin, bize çocukluğu özlemle anmamızın öğretilmesi olduğunu düşünüyorum. Attila İlhan Zenciler Birbirine Benzemez romanında “Hiç kimse öyle durup dururken mutlu falan olmaz. Birileri çıkar, ona ‘Sen mutlusun,’ der, o da mutlu olduğuna inanır.” der. Çocukluk, nesillerdir, romantikleştirilmiş bir kavram. Bize çocukluk özlem duyulan, iyi günler olarak hatırlanan zamanlar olarak anlatılıyor, biz de buna inanıyoruz. Bu inanışı düşünmeksizin tekrar etmemiz, çocukluğun acı realitesini görmemizi engelliyor. “Çocukluk mutlu bir dönemdir.” yalanı yüzünden hem çocuklara hem de kendi çocukluğumuza karşı körüz. Düşünce dünyasına bakın; sorgulamasını bilen akıllı kimselerin, filozofların, Kafka gibi iyi edebiyatçıların, iyi sinemacıların, çocukluğun zannedilenin aksine mutsuz, çaresiz bir dönem olduğunu vurguladıklarını göreceksiniz. Çocukluğumuzu mutlu zannetmemiz, yetişkinlik hayatındaki sorunlarımızın kökenine inebilmemize de engel olan şey.
l Çocukluk neden mutsuz bir dönem?
Size bir örnek vereyim. Öğretmeniniz belki size hiç vurmadı, sizi hiç azarlamadı. Ama sınıfta bir başkasının eline cetvelle vurduğunu gördünüz, değil mi? Bir sınıfta, ailede, çocuklardan birine yapılan şey, oradaki çocukların hepsine yapılmıştır aslında. Çocuklar, yetişkinler ve çocuklar olarak karşıt şekilde konumlandırılan ilişkiler ağında çocuk tarafında olduklarını derinden duyar, bir başka çocuğa yapılan her şeyi kendilerine de yapılabilecek bir şey olarak algılarlar. Bir başka çocuğun “hatası” olduğu söylenen şeyden, o çocuk grubundan biri olarak diğer çocuklar da suçluluk duyar. Yetişkin bir adam başka bir yetişkin adama vurduğunda araya giriyoruz. Ama yetişkin biri çocuğa vurduğunda sessiz kalıyoruz. Halbuki kırılgan olan, kalıcı yaralar almaya açık olan, yetişkin değil, çocuk. Bir adam başka bir adama vurduğunda, dayak yiyen kişi öylece dursa, kendisini korumaya yeltenmese ve bile isteye dayak yemeyi beklese bunu yadırgarız, değil mi? Ama çocuğun avucunu açıp öğretmeninin cetveline uzatmasını, sonra diğer avucunu açmasını yadırgamıyoruz. Çocukken benzeri bir sahneye şahit olan ve bu sahnedeki tuhaflığı görmeyen her insan, mutsuz bir çocukluk geçirmiştir. Çünkü bunu görmek ve olağan kabul etmek istismardır. Bunların normal olduğu bir dünyada doğup büyümek, size kimse bunların yanlış olduğunu göstermediği, söylemediği sürece istismardır. Burada cetvel yerine kötü bakma, azarlama, eleştirme gibi şeyleri de koyabiliriz.
l İyi aile neden yoktur? Bu insanı umutsuzluğa düşüren bir cümle.
Dünya binlerce yıldır dört yandan “İyi evlat yoktur” diyor ve nedense hiç kimse umutsuzluğa kapılmıyor bu cümleden. Oysa ben bugün dünyanın bu kadar kötülükle dolu bir yer olmasını bu cümleye bağlıyorum. Aklınıza gelebilecek her tür kötülüğün bize çok masum görünen bu cümleden neden, nasıl çıktığını kitabımda uzun uzadıya açıklıyorum. Kitabımı okuyanlar onun aslında “İyi aile yoktur” demediğini, bizim anladığımız anlamda “iyi aile”nin olmadığını, yahut o “iyi aile”nin zannettiğimiz anlama gelmediğini kastettiğimi takdir edecektir. Olası bir yanlış anlamayı önlemek için kitabın başlığının hemen arkasına, iyi ailenin “İyi aile yoktur” diyen aile olduğunu ekledik bu yüzden. Çocuğu yetişkin bakışıyla yorumladığımız için çocukluğun realitesine bu kadar yabancıyız. Çocuğun realitesini anlamak için, kurumsallaşmış aile algımızın ne kadar derin yanlışlara dayandığını görmemiz gerek önce. Kitabımın tek bir amacı var: Gerçeği bir de çocuğun açısından görmek. Çünkü çocuğun gerçeği, bize öğretilen şey değil.
l Çocuk kimdir? Toplum için kimdir? Ebeveyn için kimdir? Çocuk için kimdir?
Çocuk, kendisini, anne-babasının onu gördüğü şekilde görür. Ama ebeveyn için çocuk, topluma uygun hale getirilmesi gereken varlık çoğu zaman. Sorun dünyanın çok yanlış bir düzen üzerine inşa edilmiş olmasında.
l Sevgiyi ve şiddeti ne ölçüde görmelidir peki?
Bir çocuğa kaş çatma dahil herhangi bir olumsuz his göstermek, çocuğun beyin yapısında kalıcı hasara neden olur. Yetişkinlerin “sevgi” adını verdiği şeylerin çoğu sevgi değil; bir çocuğa fazla iyi davranmak da mümkün değil. Sevgi ve iyi muamele, çocuğu asla şımartmaz. Bizim “şımarıklık” adını verdiğimiz şey, “sevgi” adı altında da olsa çocuğu istismarımızın neticesi. Kitapta, anne-babaların sevgisinin yeterince olsa da çoğu zaman gereğince olmadığını anlatmaya çalıştım.
l Ebeveynin “yapmazsan şu olur” tehdidini, çocuk zihninin olmuş gibi algıladığından söz etmişsiniz. Buna itirazım var. Çocuğun edilgen bir varlık olmadığını düşünüyorum. Aklediyor, çatışıyor, itirazda bulunuyor… Kendi doğruları var. Ben oğlumu tehdit ettiğimde örneğin «Sen bana kıyamazsın ki” diyor. Benim de, sınırlarımın da farkında.
Evet, çocuğu bir şeyle tehdit etmekle onu gerçekten yapmak arasında büyük fark yok çocuk açısından. Çocuk tehdidi gerçekleşmiş gibi algılamıyor, ama her an gerçeğe dönüşebilir bir şey olarak realitesine yerleştiriyor. Evet, sağlıklı çocuk karşı çıkabilen çocuktur; ama bu, her karşı çıkmanın sağlıklı olduğu anlamına gelmez. Bir sınıfta kara tahtanın üzerine çıkmış, gülen bir öğrenci vardı. Öğretmen bu tablo karşısında “Şımarıklık!” demişti. Evet, kara tahtanın üzerine çıkmakta gülünecek bir şey yoktu elbet; ama bir yerde kara tahtanın üzerine çıkmayı gülünecek bir şeymiş gibi algılayan öğrenciler varsa bu, o yerde kara tahtanın üzerine çıkmayı yasak haline getirmiş öğretmenler olduğu içindir. Kendimizle eşit şekilde ilişki kurduğumuz çocuk, genç, bu şekilde davranma ihtiyacı duymaz. Saygı gören çocuk kendiliğinden saygılı olur. Çocuklar karşı çıkarken, bahsettiğim örnekte olduğu gibi, içlerinde bir çelişki yaşayarak, kendilerine dayatılan otoriteyi otorite olarak kabul ederek, içten içe suçluluk duyarak, karmaşık duygular içerisinde karşı çıkıyorlar ki bu sağlıklı bir karşı çıkma değil. Bir çocuğun bir yetişkine “Sen bana kıyamazsın ki” demesi de hiyerarşik bir yapıyı kabul ettiğini gösteriyor. Aynı cümleyi bir yetişkinin bir çocuğa söylediğini düşünün. O zaman cümle, anlamı, kıyamama; tüm bunlar tamamen değişiyor. “Sen bana kıyamazsın ki” diyen çocuk, gücün yetişkinde olduğunu teslim eden, buna boyun eğen çocuktur. O güce çeşitli biçimlerde karşı çıkan diğer çocuklar gibi.
l Depresyonu insanın içindeki anne babanın insanın içindeki çocuğu sabote etmesi olarak tanımlıyorsunuz kitapta. Çağın hastalığı deniyor depresyon için. Bu günde yükselişe geçmesinin sebebi nedir? Her geçen gün daha bilinçli ebeveynler olmak için verilen uğraş artarken hem de…
Kitapta, iç anne ve babanın reel anne ve babayla sınırlı olmadığını, anneliğin, babalığın ve çocukluğun her şeyin, her kurumun içinde bulunduğunu anlatıyorum. Evet, bugün anne-babalar çok daha bilinçli. Lakin anne ve babayı farklı şekillerde temsil eden otoriteler arttı. Herkesin bir iç sesi vardır ve depresyon, insanın iç sesinin kendi kendisine karşı sertleşmesidir. İçteki ve dıştaki patronlarımız artık çok fazla ve çok da sertler. Kabile hayatı yaşasaydık depresyona yatkınlığımız olmayacaktı. Mesele anne ve babanın varlığı değil, dünya düzeni.
l Modern eğitimin çocuğun ruhunu öldürdüğü tespiti çok önemli. Farkında ama teslimiz… Bir yandan eğitim alması da zorunlu çocuğun. En az hasarla kurtuluş nasıl mümkün olur?
Çocuk ailede ne kadar saygı görürse, okulda ve başka yerlerde yanlış bir muameleyle karşılaştığında bunun yanlış olduğunun o kadar farkına varır. Çocuğun dramı ona yapılan yanlış değil, ona yapılan yanlışın yanlış olduğunu bilmemesi, ayırt edememesi, ailesinden gördüğü her tür muameleyi olağan kabul etmesidir. Çocuğun hem ruhen hem de fiziken kendisini koruyabilmesi için yanlışı yanlış olduğunu ayırt etmesi ilk ve en önemli şart. Çocuğun istismara açık olmasının nedeni fiziksel güçsüzlüğü değil.
HALE KAPLAN ÖZ
11 Ekim 2018
Yorum Yapabilirsiniz