Disparöni ya da Yaşama Korkusu birbirlerini çocukluklarından beri tanıyan Feraye ve Cem’in iç içe geçmiş hayatlarını anlatıyor.
Feraye, modern bir Eugenie Grandet. Herkesin sahte olduğu bir dünyada saflıkla kendisine sadık kalmaya çabalıyor.
“Dis”, zorluk belirten ön ek. “Para”, ile; “unia” ise birleşme. Feraye, bu yanlış dünyayla birleşmeye çalıştıkça canı yanıyor. “Disparöni” gibi, hiç kimsenin bilmediği, anlamadığı, ilgi göstermediği eski Yunanca sözcüklerde uzman oluyor ve kendisini dünyadan uzağa, başka bir dünyaya, kendi dünyasına çekiyor.
Cem, aynı sahte dünyaya başka bir yöntemle, şov yıldızı olarak ve bu dünyayla onun tam içinden alay ederek başkaldırıyor.
Disparöni, Cem ve Feraye’nin hem ayrı ayrı dünyayla, hem de birbirleriyle kurdukları ilişkideki birleşme sancısı. Biri ne beklediğini bilmeden hep bekliyor. Diğeri ne aradığını bilmeden hep arıyor. Biri düşünüyor. Diğeri yapıyor.
Nihan Kaya, Feraye ve Cem’in bu dünyayla birleşmeye çalıştıkça canlarının yanmasını anlatırken yine insan psikolojisinin dehlizlerine dalıp başarıyla çıkıyor.
“O kadar uzun zamandır bekliyorum ki artık beklemenin kendisine dönüşmüş gibiyim. Beklemek bütün vaktimi alıyor; bütün ömrümü, hayatımı kaplıyor. Artık bekçi gibi, Godot’yu bekler gibi, Mehdi’yi bekler gibi, beklemenin kendisini bekler gibi bekliyorum. Hayatım kesik elektriğin gelmesini bekleyen tam teçhizatlı bir elektrikli makine gibi. Beklediğim gerçekleşince görünür olacak mahiyeti.”